Bugün kullandığımız neredeyse tüm teknolojik cihaz, hizmet ve imkanların arkasında bir ya da birden fazla ABD'li şirketin imzası var. Akıllı telefonlarımız, bilgisayarlarımız, işletim sistemleri, uygulamalar, ücretli abonelik servisleri, reklam servisleri, e-ticaret şirketleri… ABD’nin ihraç ettiği teknolojileri saymakla bitirmek zor, hayatımıza olan etkileri WhatsApp krizi bir kez daha kanıtlandı.
2016’da Obama’nın yerine göreve gelen Donald Trump döneminde bir kez daha gördük ki ABD halkının seçtiği, bu nedenle sadece ABD’yi ilgilendiriyor gibi görünen Başkanlık makamı, aslında binlerce kilometre ötedeki bizi de fazlası ile etkiliyor. Gerçi bu durum daha önceki tüm ABD başkanları için de geçerliydi. Ancak Trump döneminde yaşananlar, teknolojinin de etkisi ile hiç olmadığı kadar yakından hissedildi.
Sosyal medya Trump'ı başkan yapmıştı. Biden ise sosyal medya aracılığı ile hızla karışan bir ülkenin başına geçti:
2017’de ortaya çıkan Cambridge Analytica skandalı ile sosyal medyaya ve internete azalan güven, ardından kızışan ABD-Çin ticari savaşı ve sonuçları, Trump döneminde yaşananların sadece küçük bir kısmıydı. Artık kendimizi bu konulara kapatsak bile, her şeye "teknoloji" sayesinde daha yakından tanık oluyoruz.
Obama, sosyal medya kampanyaları ile seçilen ilk ABD Başkanı olmuştu. Trump'ın seçim kampanyalarından 2 yıl sonra Facebook'un bolca karıştığı skandallar ortaya çıkmıştı. Biden ise koronavirüsün gölgesinde ırkçılık gibi temel sorunlar nedeniyle kaosa sürüklenen ABD'nin başına geçti. Hatta aynı ABD, eski Başkan Trump'ın sosyal medyadan yönlendirdiği sıra dışı bir grubun Temsilciler Meclisi'ni basmasına bile şahit oldu.
Tüm bunlar, dünyanın en etkin görevlerinden ve en güçlü pozisyonlarından birisi olan ABD başkanlığının, gündelik teknolojik imkanlar ile ilişkisini ortaya koyuyor. İşte bu nedenle Biden dönemi, sosyal medya ve internetin; toplumsal olaylara, dolayısı ile binlerce kilometre ötedeki bizlere olan etkilerini anında göreceğimiz bir dönem olacak gibi görünüyor. Ancak daha fazlası da var.
Joe Biden: “İklim değişikliği, nükleer silahlanma, uluslararası terörizm, siber savaş, yıkıcı yeni teknolojiler, kitlesel göç… Bunlardan hiçbiri ABD’nin veya herhangi bir ülkenin tek başına hareket etmesi ile çözülemez.”
Biden’ın seçim öncesi yaptığı bir konuşmada sarf ettiği bu sözler; teknolojik imkan ve ortamların, her alanda ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Söylediklerini ilk etapta bir güç birliği çağrısı şeklinde, olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirebiliriz. Ancak Biden ile ABD, diğer ülkeleri kendi istediği yoldan götürmeye zorlayacak, bunun için baskı araçlarını kullanmaktan çekinmeyecek bir yapıya geçiyor.
Biden’ın olumlu bir tavırla ifade etti bu detaylar, sadece takım elbiseli adamların büyük binalarda yaptıkları konuşmalarla sınırlı kalmıyor. Teknoloji yoluyla hepimizin hayatını etkiliyor, bu etki gün geçtikçe artıyor. Bir başka tabirle “bombalar” sesini duyamayacağımız kadar uzakta patlasa bile “kulaklarımız çınlıyor”.
Trump ve Biden’ın tek ortak noktası var: Çin nefreti
ABD ve Çin arasındaki, teknoloji sektörü odağında dönen ticari savaşa yıllardır tanık oluyoruz. Bu savaş sırasında ABD, Çin’in Apple’ı olan Huawei ve ZTE'yi "ulusal güvenlik tehdidi" olarak gösterdi; hatta Pentagon Huawei'yi adeta sınır dışı edip; ülkede telefon satmasını yasakladı, 5G altyapısı için başka şirketlerle anlaşma yollarını aradı, Google ile arasını açıp uygulama ve hizmet desteğini kesti. Son zamanlarda bu listeye bir de Xiaomi eklendi.
Ayrıca ABD, sosyal medya alanında sadece kendi şirketleri Facebook, Twitter ve Google’ı rakipsiz olarak görmek istiyor. Bu nedenle Çin merkezli TikTok’u bitirmek için elinden geleni yapıyor. Hatta Trump, TikTok'un ABD operasyonlarını satın almaları için ABD'li şirketlere de ciddi şekilde baskı yapmış, Microsoft ve Oracle gibi devleri bu konuda hamleye zorlamıştı.
Sosyal medyanın iki ülke arasında kavga sebebi olma nedeni de oldukça açık: Büyük veri, çünkü büyük veri de artık ABD gibi ekonomilere petrolden daha çok para kazandırıyor. ABD, artık petrol için başka ülkelerin topraklarına “demokrasi götürmek” yerine; Çin ile dijital rekabette savaşarak, “dijital petrol” olarak da bilinen veri gücünü elinde tutmak istiyor.
“Firmalarımızdan teknolojilerimizi, fikri mülkiyetlerimizi çalmaya devam etmesi durumunda Çin’e karşı sertleşmemiz gerekiyor.” diyen Joe Biden’ın şu sözlerini dikkatle okumakta yarar var:
“Çin, küresel ekonominin yarısını görmezden gelmeyi göze alamaz (yarısı ile ABD’yi kastediyor). Eğer ortak tavır alırsak, çevreden işgücü ticaretine, teknolojiden şeffaflığa kadar gelecekteki rotanın kurallarını şekillendirmek için önemli bir destek sağlıyor. Böylece Rusya’nın, Çin’in değil, Amerika’nın değerlerini yansıtabiliriz.”
“Batının, küresel ekonominin ve dijital çağın yeni kurallarını belirlerken kaybedeceği zamanı yok. Yirmibirinci yüzyıl teknolojilerinin özgürlüğü ve demokrasiyi engellemek için değil daha fazla demokrasiyi; paylaşılan refahı teşvik etmek için kullanılmasını sağlamalıyız. Yeni teknolojiler toplumumuzu şekillendirirken, bu teknolojilerin yasalara ve etik kurallara bağlı olmasını sağlamamız gerekir.”
“Amerikan desteği” meselesi:
Joe Biden, tıpkı önceki diğer tüm ABD başkanları gibi, ülkesinin ekonomik, politik ve teknolojik yaptırım gücünü, uluslararası arenada önemli bir koz olarak kullanacak. Öyle ki Biden, yalnızca demokrasi ve insan hakları konusunda taahhütte bulunan ülkelere “Amerikan desteği” sunulacağını söylüyor. Hatta “Demokrasinin bir kez daha ABD dış politikasının parolası olmasını sağlamak istiyorum” ifadeleri ile bunu açıkça belli ediyor.
Amerikan desteğinden kastı ise oldukça açık: ABD çıkarlarına uygun şekilde hareket eden herkes daha kolay ticaret yapabilir, daha çok para kazanabilir, farklı imkanlara sahip olabilir.
Özetle Biden, ABD’nin küresel ekonomide baskın ve lider konumda olduğu dönemi geri getirmek istiyor. Bunu yapmak için de artık yer altındaki kaynaklara yerine; cebimizdeki, evlerimizdeki bilgi kaynaklarına, dijital sektörlerde liderliğe yönelmek zorunda. Biden yönetimindeki ABD’nin rakipleri ya da kafasının uyuşmadığı müttefikleri, sert yaptırımlar ile karşı karşıya kalabilir.
Peki ABD'li teknoloji şirketleri Biden'ı seviyor mu?
Wired'ın yayınladığı analize göre Silikon Vadisi çalışanlarının %95'i, seçimlerde Joe Biden'ı destekledi. Ayrıca Silikon Vadisi çalışanları, Biden'ın seçim öncesi bağış kampanyasına toplam 4,7 milyon dolar desteklık destek vermişti. Buna karşın Trump'ın bağış kampanyası 239 bin dolar destek toplayabildi.
Google (Alphabet), Amazon, Apple, Facebook, Microsoft ve Oracle çalışanları üzerinde yapılan bu analiz gösteriyor ki çalışanlar Biden'ı seviyor. Ancak bu sevgi, Trump'ın sağladığı vergi kolaylığı ortadan kalkınca yok olabilir. Ayrıca Biden'ın uluslararası politikaları nasıl diğer ülkeleri ve bizleri etkileyecekse, teknoloji şirketlerini de etkileyebilir. Şimdilik karşılıklı sevgiden söz edebildiğimiz bu ilişkinin geleceğini zaman gösterecek.
Peki Biden Türkiye hakkında ne düşünüyor?
Trump’ın aksine Biden, resmi müttefiki Türkiye ile daha güçlü ilişkiler kurmaya sıcak bakmıyor. Ancak kağıt üzerinde müttefik olmasına da itirazı yok. Nitekim bu tarz yaklaşımların nasıl değiştiğini Trump döneminde de gördük. Biden’ın yaklaşımı ise Trump kadar dengesiz değil, ancak ilk etapta Türkiye hakkında olumlu görüşleri bulunmadığı açık. Hatta Türkiye dahil, Filipinler ve Macaristan gibi diğer soğuk yaklaştığı ülkelere çağrıda bulundu, ABD başkanlarından sık sık duymaya alıştığımız “demokrasi” vurgusu yaptı.
ABD’nin dış ilişkilerinde Trump öncesinde olduğu gibi “demokrasi” odaklı olması, bu konuda anlaşamadığı ülkeler için zorlu bir sürecin başladığını gösteriyor. Zira ABD’nin "demokrasi" adını vererek yurt dışında icra ettiği şeyler, Türkiye’nin yanı başında yıllarca süren bir savaşa dönüştü; bu savaş, birçok ülkenin dağılmasına yol açtı. Ancak ABD, tüm bunları geçmişte asker göndererek, yaptırım uygulayarak, yasa dışı örgütlere silah desteği vererek yaptı. Şimdi tüm bunlar yerine ağırlık olarak tek bir şeyi kullanıyor: Büyük veri ekonomisi.
Biden’in Türkiye hakkındaki düşünceleri ve alacağı olası negatif kararlar, doğrudan ekonomik sonuçlar doğurabilir. Örneğin Türkiye aleyhine alacağı bir ticari karar ile kur farkı daha da yükselebilir, hemen hemen her kalemde kura bağımlı teknoloji sektöründeki ürün ve hizmetlerin fiyatları daha da yukarı çıkabilir. Teknolojik ürünlerin fiyatlarını çok ciddi şekilde yükselten alım gücümüz daha da düşebilir.
2020'de en uygun yeni nesil Apple MacBook'un ve yeni nesil bir iPhone'un 10 bin TL bandında olduğunu gördük. Halbuki daha bundan 3 yıl önce, yani Trump'ın görevindeki ilk yılında piyasaya sürülen iPhone X'un fiyatı 6.300 TL olarak açıklandığı için şok geçirmiştik, bugün o fiyatları arıyoruz. Biden döneminde, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin tonu bu uçurumun artmasına neden olabilir.
Böyle bir durumda, Türkiye’de yaşayan bizlerin yerli üreticilere dönmesi kalıcı bir çözüm olmayabilir, zira yerli bir akıllı telefonun bile yazılımı ABD merkezli bir şirkete ait olacak. Bunun yanında kullanılan çoğu uygulama ve yan hizmet çözümlerini yine ağırlığı ABD merkezli olan şirketlerden cebimize ulaşacak. Özetlemek gerekirse hangi konuda olursa olsun Biden’ın Türkiye hakkındaki yaklaşımı, bizim teknoloji ile ilişkimizi derinden etkileyecek.
Kesin olan bir şey var ki Biden’ın her türlü söylem, karar ve eylemi; bugüne kadar gördüğümüz tüm ABD başkanlarına kıyasla ülkemizdeki teknoloji sektörüne daha çok etki edecek.
Kaynaklar: Deutsche Welle Turkish, The Information, Wired