Emin değilim ancak insanlığın galiba bir dürüst olamama sorunu söz konusu. Sosyal bilimlerden dinî inançlara, ruhsal öğretilerden kişisel gelişim çalışmalarına her yerde ortak amaçlardan biri de insanların daha dürüst olmasını sağlamak.
Ortada böyle bir sorun olmasa herhâlde kimse olmayan bir sorunu çözmeye çalışmazdı. Peki dürüstlük üzerine yapılmış en büyük akademik çalışmalardan birinin hiç de dürüst olmadığını söylesem ne düşünürdünüz?
Dürüstlüğün araştırmacısıyla tanışın:
Dan Ariely adlı akademisyen ile başlayan hikâyemiz, kendisinin çizgi roman orijiniyle başlıyor. Gençliğinde bir gençlik örgütünün hareketlerine katılan Ariely, o hareketlerden birinde yüzünün ve vücudunun büyük kısmını yakıp yıllarca hastanelerde kalıyor.
Bu süreçte hastanedeki hemşirelerin ne kadar da hasta psikolojisinden uzak olduğunu düşünüyor ve iyileşince psikoloji eğitimi almaya başlıyor. Sonrasında bilişel psikoloji doktorası ve işletme doktorası yaptıktan sonra da MIT'de dürüstlük üzerine çalışmalarına başlıyor.
Vardığı kanı ise şu: "İnsan, fırsat verilirse kendi çıkarını korumak için hile yapar." Bu hilenin sınırları vardır ancak hilenin kendisi tamamen sıfırlanmaz. Bir de insanlar kendilerini iyi biri olarak görmek istediğinden kendilerine ket vururlar.
Kendisinin adını ilk duyurduğu çalışması ise "Dürüst insanların sahtekârlığı" adlı bir makale. İşte kendisi bir sınav yapıyor, öğrencilere de diyor ki kendi kendinizi notlayacaksınız.
Sınıfın yarısına diyor ki "Notlama yapmadan önce On Emir'i hatırlayın.", kalan yarısına da ahlak açısından etkisiz bir görev veriyor, atıyorum "En sevdiğiniz yemeği düşünün." falan diyor. Sonra da öğrencilere hile yapma fırsatı verilip gözlem yapılıyor.
Sonuç ne peki? Yemek düşünenler basıyor kendilerine yüksek puanı, fırsatını bulmuşken hile yapıyor. Öyle böyle değil hem de, yüzde 50 daha fazla not veriyorlar kendilerine.
Ya kalanlar? Aaa, onlar ahlaklı ama lütfen, hiç öyle şeyler yaparlar mı? Minnoş onlar be. Sıfır hile var. Bu makale 3700'den fazla alıntı aldı.
Peki Ariely'nin tek sorunu bu mu?
Yani bir defa yaptığınızda bu testi benzer bir sonuçla karşılaşabilirsiniz. Aynı testi daha büyük örneklemle yaparsanız, mesela 50 tane sınıfta denerseniz daha iyi sonuçlar bulursunuz.
Zaten p-değeri diye bir şey vardır ve araştırmanızda bu p-değerinin 0.05'in altında olması gerekir, bulgularınıza en az yüzde 95 güvendiğiniz anlamına gelir bu. Ariely tek bir çalışma yapmıyor ancak kendisinin yükselişi de düşüşü de bu çalışmadan bağımsız gerçekleşmiyor.
Dedik ya Ariely dürüstlük üzerine araştırmalar yapıyor, bir sigorta firmasıyla birlikte bir dürüstlük çalışmasına imza atıyor. Çalışmaya göre insanlara önce "Verdiğim bilgiler doğrudur." kutucuklarını işaretletmek, sonra işaretletmekten çok daha dürüst cevaplar almamızı sağlıyor.
Formunda bu kutular üstte olanlar "Aman yalan söylemeyeyim." diyerek gerçekten gittikleri kadar kilometre yazıyor. Kutular altta olan formları dolduranlar ise daha baştan "Kilometreyi az yazayım, sigorta az ödeyeyim." mantığında olduğu için onlar sıktıkça sıkıyor.
Dürüstlük sorununu bedavaya çözen Ariely, bu çalışmayı her yerde anlatıyor ancak verileri falan kimseyle paylaşmıyor. Kendisinin şöhretinden de kaynaklı olarak kimse bu deneyleri tekrarlamaya çalışmıyor. (Bu durumun aşırı bilimsel gerekçesi ise araştırma yapmak için kaynak olmamasıdır genelde.)
Ariely bu esnada TED konuşmalarına mı çıkmıyor, kitaplar mı yazmıyor, televizyon televizyon mu gezmiyor? Milyon dolarları da toparlamaya devam ediyor.
Kimse bu adama dur demiyor mu?
İlk başlarda Ariely epey rahat ama zamanla dikkatleri üzerine çekmeye de başlıyor. Bir süre sonra ise karşısına en büyük rakibi çıkıyor: Brian Nosek. Nosek kral, Nosek büyük adam, Nosek kolpa araştırmaların peşine düşmekten çekinmeyen Many Labs projesinin kurucusu.
Amaçları da en sansasyonellerinden 100 araştırmayı test etmek. Many Labs'ın ilk aşamada test ettiği 100 araştırma, hem de orijinal araştırmacıların da iş birliği ile yapılmasına rağmen sadece %36 oranında tekrarlanabilir çıkıyor. Onlarda da çıkan sonuçlar, makalelerdeki kadar büyük etkilere sahip değil. Alandan alana göre de bu oranlar değişiklik gösterebiliyor.
Neyse, Nosak "Tekrarlanabilirlik krizi" adlı krizi de yarattıktan sonra Ariely'nin araştırmasını da yeniden yapmaya başlıyor. On Emir ile ilgili çalışma, değil tekrarlanmak tam aksi yönde sonuçlar veriyor.
Ariely de "Tamam da ilk çalışmadaki verileri ben toplamadım, şu üniversiteden şu hoca topladı." diyor ama o hoca da çıkıp demesin mi "Biz öyle bir çalışma yapmadık, olsa bilmez miydim?" diye? Sonra da Ariely ile bu zat-ı muhteremin yazışmaları ortaya çıkıyor.
Ariely sürekli olarak da profesöre mail atıyor, "Şu araştırmadaki araştırma görevlisinin adı neydi, verileri neredeydi?" diye, delirtiyor kadıncağızı. Bu esnada ağız değiştirmeyi de ihmal etmiyor, "Verileri oradan topladık ama MIT'de işledik." demeye başlıyor. Asistan ortada yok tabii. Sonuçta ortada kanıtlanmış bir şey olmadığı için sadece makale geri çekildi.
Neyse, bu esnada hikâyemizde yeni karakter açılıyor. Bu karakterimiz ise Francesca Gino.
O da bir yıldız ve İtalya'dan gelip Harvard'a girmiş bir araştırmacı. İkisi bir araya gelip aynı alanda çalışırlarken durum daha da dramatik hâle geliyor.
Ariely'nin saha çalışmasında dürüstlük %10 artarken, Gino ablamızın öğrencilerle yaptığı çalışmalarda ise yalan söyleme oranları %80'lerden %30'lara düşüyor; yalanın da boyutu küçülüyor, halk arasındaki tabirle ufak atılıyor ki civcivler de yesin.
Gino ve Ariely'nin araştırmaları elbette ki daha sonradan test ediliyor ancak sonuçlar hiçbir zaman makalelerin bulgularını desteklemiyor. Bu da şüpheleri arttırıyor.
Kaş yaparken göz çıkarmak!
Aslında Gino ve Ariely, dürüstlük çalışmaları üzerine dönen tartışmalardan sonra başka araştırmacılarla birlikte daha büyük kapsamlı bir çalışma daha yapıyorlar ve diyorlar ki "Evet, o etkiler çok da gerçek değilmiş ama bakın biz ne kral insanlarız ki hatamızı da kabul ediyoruz, resmen dürüstlükte de böyle marka kişileriz."
Unuttukları nokta ise ilk çalışmaların verilerinin de artık ortalıkta olduğu. Sigorta deneyinde daha dürüst olan grubun, zaten az araç kullanan kişilerden oluşurken diğer gruptakilerin en az 2 kat daha fazla araba kullandığı anlaşılıyor.
Ariely ise bu durum sorulduğunda "Ya metodolojik bir hata olmuş" diyerek geçiştiriyor. Bu tür deneylerde normal şartlar altında benzer özellikte gruplar kurulması gerekir. 20 yaşında, sigara içen gençlerin ciğerleriyle 94 yaşındaki sigara içmemiş insanların ciğerlerini karşılaştırıp "Bakın tütün mamülü nasıl da ciğer açıyor?" demek gibi bir şey bu hâlbuki.
Üstelik kanıtlanmış bir dolandırıcılık olmamasından dolayı bu kişiler kürsülerini korudu, çalışmalarına devam etti, sadece bir-iki makaleleri önemini kaybetti, biraz da şöhretleri zarar gördü ama yılda birkaç milyon dolar kazanan insanlar için çok da büyük mevzu değildi bunlar.
Star akademisyenlerin tahtları sallanıyor.
Gino ve Ariely'nin ilk çalışmalarının verileri ortaya çıkınca bir doktora öğrencisi, kafayı takıyor bu ikiliye ve verileri uzun uzun inceliyor. İnceledikçe de başka sorunlar buluyor. Bulduklarını da yalan yanlış veriden bıkmış üç genç profesörün kurduğu Data Colada adlı organizasyonla paylaşıyor.
Ariely'nin verilerinde iki tane tutarsızlık var. Birincisi, normal şartlar altında böyle bir araştırmada çan eğrisi tarzı bir grafik görmemiz gerekirken Ariely'nin araştırmasında market rafındaki süt kutuları gibi bütün kategorilerde benzer sayıda araç kullanan insan var.
İkincisi, size ya da bana biri "Bu sene arabayla/toplu taşımayla kaç kilometre yol yapmışsındır?" diye soru sorsa yuvarlak bir cevap veririz. Buradaki insanlar sanki takometre kendierine takılı gibi son haneye kadar kilometre yazmışlar.
Data Colada bu makaleyi inceledikten sonra verilerin sahte olduğunu savunduğu bir makale yazdı. Araştırmacılar da hiç itiraz etmedi, hatta "Helal len, valla buldunuz." diyerek makaleyi geri çektiler. Ariely, şirketi suçlarken şirket ise bu çalışmayı kullanmadıklarını, bir işe yaramadığını söyleyerek ortamdan uzaklaşmaya çalışıyor.
Devamlı suçlanmaktan bıkınca verdikleri verilerde ise başka bir tutarsızlık var; şirket, çalışmayı yalnızca 6 bin araba için yapmış ancak Ariely'nin verilerinde 20 bin araba yer alıyor.
Daha kötüsü, bu rakamlar incelendiğinde sonuçlar tam tersi yönde çıkıyor. Ariely bu durumu tespit eden arkadaşına da "Kanka kazara kolonların adını değiştirmişim, onları değiştirirsen doğru çıkıyor." diyor. Bu esnada artık suçu da sigorta firmasına atamıyor çünkü adamlar ihtar çekiyor, "Bir daha bize laf atarsan mahkemeye veririz seni." diye.
Ariely "Belki benim ekibimden biri verilerle oynamıştır." demeye başlıyor ama meta dataya göre verileri son düzenleyen kullanıcının kullanıcı adı danariely. Yani birileri beyefendinin bilgisayarına gizlice girip araştırmasına tam da araştırmasını kuvvetlendirecek veriler eklemiş olabilir. Hem de normalde olan verinin neredeyse 2,5 katı kadar veriden bahsettiğimizi de hatırlatalım.
Sonrasında yapılan her incelemede Ariely, olur olmaz yerlerde atıp tuttuğuyla gündeme geldi. Bunlardan birinde, yaptığı bir çalışmada diş hekimlerini "daha fazla para almak için yalandan çürük bulmakla" suçladı.
Buradaki hatası ise ülkenin en büyük diş sigorta ağlarından birini kaynak vermesi oldu. Şirket bunu sorunca "Sizin orada birisi dedi ya, elimde veri yok." diye kıvırmaya çaıştı, çalışma dediğine duyum dedi. Şirket bunu bile yalanlayıp "Yoo, biz öyle bir veri de toplamadık." diyerek bir darbe vurdu. Sonrasında da "Kiminle konuştun?" diye sordular, Ariely onu da hatırlamıyor.
Bitti demediniz mi? Bitmemiş!
Bitmiyor. Bu kadar rezilliğin üstüne, Ariely devletten fon bulup akademik çalışmalarda dürüstlüğü incelemeye başlıyor. Yanında da Francesca Gino ile birlikte hem de. Bu aşırı ironik çalışma başlarken, Gino ve Ariely'nin açıkları da bulunmaya devam ediliyor.
Kamuoyu tepkisi, yürütülen soruşturmalar derken Gino açığa alınmış durumda, Ariely ise Duke Üniversitesinde ders veriyor ancak soruşturması devam ediyor.
Bütün bunlar olup biterken Ariely ve Gino, ünlü ve zengin olarak yaşamaya devam ediyorlar. Bizimse ancak alanın en önemli isimlerinin bile gidip mitler uydurduklarını görmekten başka şansımız kalmıyor. Üstelik bu araştırmalar incelenmemiş olsalardı, kendileri söylemedikçe ortada tutarsız bir şeyler olduğunu göremezdik.
İlginizi çekebilecek diğer içerikler: