At nalı yengeçleri, 450 milyon yıldır evrende. Kıtalar daha bitişikken bile yaşamlarını sürdüren bu hayvanlar için “Uzaylı mı bunlar?” demeyin çünkü değiller. Evrimsel adaptasyon geçirmiş olsalar da günümüze kadar ilk hâllerine yakın şekilde gelmeye devam ettiler.
“Yaşayan fosiller” olarak da adlandırılan at nalı yengeci hakkında gerçeklere geçmeden, onların aslında birer yengeç olmadıklarını, deniz eklem bacaklıları sınıfına girdiklerini belirtelim. Kendileri, örümcek ve akreplere daha yakın akraba.
Ağızları, 10 bacağının ortasındadır.
Ağza yapışık bacakları olan at nalı yengeçlerinin 10 bacağı var ve yiyecekleri ağızlarına taşımak için son çiftleri kullanıyorlar. Denizden buldukları algleri, istiridyeleri, solucanları ve diğer küçük avları yemeden önce ön bacaklarını kerpeten gibi kullanıyorlar ve avlarını eziyorlar. Çünkü at nalı yengeçlerinin çeneleri yok.
Tipine bakınca tehlikeli sanabilirsiniz ancak tehdit oluşturmuyorlar.
Vatozlara benzeyen görüntüsü nedeniyle at nalı yengeçleri tehlikeli sanılabilir ancak ısırmaz ve sokmazlar. Kuyruğunu ise silah olarak kullanmazlar. Onlar için kuyruğun işlevi, dalga tarafından ters döndüklerinde kendilerini döndürmek. Ancak eğer bir gün at nalı yengeci görürseniz ve tutmak isterseniz kuyruktan değil kabuğun yanından tutun. Çünkü kabukların kenarı boyunca dikenleri var.
Gurmelerin aranan lezzeti
At nalı yengeci uzun süredir sofralarda kendine yer buluyor. Çünkü bazı insanlar, bu hayvanın lezzetli olduğunu düşünüyor. Bizde ve bize benzer sofralarda olmadığına göre at nalı yengecinin nerelerde yenilebileceğini tahmin edersiniz.
At nalı yengeci yumurtaları, Çin ve Güneydoğu Asya Bölgelerinde sıklıkla tercih ediliyor. Özellikle daha lezzetli olduğunu düşündükleri için dişi at nalı yengeci yiyenler de var. Tabii ki dişileri seçen gurmeler, popülasyonun azalmasına neden oluyor.
Suda akrobasi yapıyorlar.
Karada hantal olsalar da suyun içerisinde özgürce hareket eden at nalı yengeçlerinin, karınlarının yanında kanat benzeri kitap solungaçları bulunuyor. Aslında bu solungaçlar, nefes almalarını sağlasalar da bazen baş aşağı yüzmek için de kullanıyorlar. Bu davranışı ise genellikle genç olanlar gösteriyor.
Yumurtlama dönemlerinde kıyılar birer şölene dönüşüyor.
Erkek yengeç çiftleşirken dişinin kabuğunun tepesine asılıyor ve birlikte Delaware Körfezi sahiline doğru ilerliyorlar. Antik yaratıkların yüz binlercesinin görülebildiği sahillerde, kümeler hâlinde yaklaşık 4 bin yumurta görülebilir.
Bir gecede yaklaşık 20 bin yumurta bırakabilen dişi at nalı yengeçleri, buluşma mevsimlerinde yüz bine yakın yumurtlayabilir. Yumurtaların döllenmesi ise yeni ay ve dolunay zamanlarındaki yüksek gelgit sırasında oluyor.
Bu kadar yumurta maalesef ki hayatta kalmayı başaramıyor.
Yumurta sayısını duyunca “Bu nasıl üremek?” diyebilirsiniz. Ancak birçok yumurta, bırakın gençliğe ulaşmayı kuluçka noktalarına kadar bile hayatta kalmıyor. Çünkü yumurtalar; göçmen kuşlar, bazı balık türleri ve deniz kaplumbağalarının besin kaynağı.
UV ışığında parlarlar.
9 gözü bulunan at nalı yengeçlerinin ışık reseptörleri de var. İki gözlerini genellikle potansiyel eşlerini bulmakta kullanan bu canlıların, daha küçük gözleri ise UV ışığına duyarlı. Neden ışık yaydığı ise hâlen bilinmiyor.
16 defa deri değiştirirler.
At nalı yengeçleri, yaşamlarının ilk 10 yılında tam olgunluğa erişmezler ve tutarlı büyümeye devam ederler. Ancak kabukları onlarla beraber büyümez ve olgunlaşana kadar 16 kere deri değiştirirler. Kabukları sert olmasına rağmen bu hayvanlar, dış dünyaya karşı da oldukça hassastır. 10 yaşında olgunlaşmaya başlayan at nalı yengeçlerinin ortalama yaşam süresi ise 20 yıldır.
Belki de bazılarımız hayatımızı at nalı yengecine borçlu olabilir.
Bazılarımız adını, Covid-19 zamanında duymuş olabilir çünkü aşılar için kendisine epey işimiz düştü. At nalı yengeçlerinde bizdeki gibi enfeksiyonla mücadeleye yardım eden beyaz kan hücresi yok.
Bunun yerine onlarda oksijeni taşımak için bakır içeren ve kanı mavi yapan hemosiyanin var. Ayrıca kanları, bakteriyel toksinlere maruz kaldığında pıhtılaşan LAL (Limulus amebosit lizatı) adı verilen maddeyi içeriyor.
1950’de Johns Hopkins adında bir doktor, at nalı yengeci kanında bulunan bu maddenin aşıların ve diğer ilaçların güvenliğini test etmek için kullanılabileceğini buldu. Bunun üzerine de bilim insanları, at nalı yengeci kullanmaya başladılar. Hayvanlardan iki gün boyunca yaklaşık yüzde 30 kan çekiliyor ve daha sonra sudaki hayatlarına geri bırakılıyor.
Ancak bir gerçek daha var. Tıbbi amaçlı kullanılan at nalı yengeçlerinin yüzde 10 ila yüzde 30’u suya döndükten sonra hayatta kalmıyor veya kalanlardan bazıları sağlıklı davranışlar sergilemeyerek uyuşuk görünüyor.
Hayvanların kullanılması ihtiyacının ortadan kaldırılması için kanlarının sentetik bir versiyonu üretiliyor. İlaç endüstrisinde kısmen bunlar kullanılsa da hâlâ yengeçlerin kanları toplanmaya devam ediyor.
Hayvanlar hakkında ilginizi çekebilecek, ufkunuzu açacak diğer içeriklerimiz: