Sanat dünyasında öznellik hüküm sürer. Bu sebeple de her ne kadar kişisel zevkleri arka plana atmak zor gelse de birinin yaptığına sanat derken diğerini inkâr etmemiz pek de tutarlı olmaz. Çünkü sanatçının kendini ifade şeklinin karşı tarafta anlam bulmasına gerek yoktur.
Eğer böyle bir durum söz konusu olsaydı, dönemden döneme değişen tek tip sanat eserleri görüyor olabilirdik. Tıpkı sosyal medyada bir dönem popüler olan fakat daha sonradan yerini diğerlerine bırakan müzikler gibi. Tablolar için de bu durum böyledir. Yine de insan, karşısındaki tabloya bakarken düşünmeden edemiyor “bunun neresi x milyon dolar ediyor?” diye.
Herkesin bildiği sebepten başlayalım. Tabloların koleksiyon değeri var.
Bu sebeple de az kişinin katıldığı açık artırmalarda ne kadar teklif verirseniz verin, sürekli daha yüksek teklifler gelmeye devam eder. Çünkü hem bu tablolar hem eşsiz hem de adet olarak çok az. Özellikle de o tabloları yapan sanatçı hayatını kaybettiyse, tablolar yaşlandıkça değer kazanıyor. Zaten tablo da eskiyse, milyonlarca dolara satıldığını sürekli görüyoruz.
Satın alınan eserlerin bağışlanması durumunda zenginlerin vergi avantajlarından yararlanabildiği de biliniyor.
Yine herkesin bildiği bir başka sebep: Emek
Çok detaylı bir manzara görseliyle soyut bir tabloyu emek bakımından karşılaştırmak, klasik müzik rock müzikten iyidir demeye benzeyecektir. Bu sebeple farklı sınıflardaki bu tabloları direkt olarak karşılaştırmak pek de doğru olmaz. Kendi zevkinize hangisi daha yakınsa zaten otomatik olarak sizi çeker.
Üstüne koyulan emeği düşünürken de bu düşünceniz rol oynayabilir. Fakat ne olursa olsun daha basit göründüğü için birine “bu sanat değil” diyemeyiz. Bu bir bakıma sanatın alıcıda nasıl karşılık bulduğuna bağlı.
Yine de ortak bir emek algısı yok demek yanlış olur. Bu emek kendisini ya görünürdeki detaylarda ya da görselin arka planında, yani anlamında saklar.
Sanatçı Hakan Yılmaz, bunu daha önce şu şekilde açıklamıştı:
“Sanat, görsel üretmek ile ilgili bir şey değildir. Bağlam üretmek ile ilgilidir. Daha önce ilişkilendirilmemiş iki farklı konu ya da kavram arasında yaratıcı bir ilişki kurmak için, görsel bir yeteneğe ihtiyacınız yoktur. Bu ancak saf bir yaratıcılık ile halledilebilir. Peki yaratıcılık bir yetenek midir? Hayır, yaratıcılık bir davranış biçimidir.
Tanıdığım yaratıcı pek çok sanatçının önüne 3 tane taş koysanız, onlarla bile keyifli sanat çalışmaları yapabiliyor…
Sanat onun altında yatan zeka parıltısının adıdır ve her görselin altında bu pırıltı yoktur”.
Sanatçının daha önce yapay zekâ konulu bir içeriğimiz için yaptığı bu zamansız açıklama, her görsele zorlama bir şekilde anlam yüklemememiz gerektiğini de gösteriyor.
Bu sebeple de söz konusu eserlere milyonlar harcayan bazı kişiler, bunu körü körüne yapmıyor. Çünkü bunlar yatırım aracı olarak da kullanılıyor.
Sınırlı üretim olan bir otomobili en başta alıp bir kez olsun kullanmayan, hatta yüzüne bile bakmayan Arap prensleri düşünün. Yatırımcıların pahalı tabloları alıp elde tutmasının sebebi de çoğu zaman buna benzer oluyor. Zira uzun zaman aralığında tabloların koleksiyon değeri arttığından, en başta verilen paranın çok daha fazlası geri gelebiliyor.
Daha önce de dediğimiz gibi, eserin üstünden ne kadar zaman geçerse o kadar değerli olma potansiyeli oluyor. Antika tarafında da buna benzer bir mantık var. Bu da koleksiyon değerini artırıyor.
Sanat camiasında ise eserin orijinalliği gibi birçok faktör rol oynuyor.
Her yönüyle beğenilen birbirinden farklı tablolara baktığınızda bir ifade görürsünüz. Bunun için tablonun karşısında durup klişe “sanatçı burada ne anlatmak istemiş?” düşüncelerine girmenize gerek yok. Sadece önünüzdeki eserden 1 tane olduğunu, o eserin birbirinden eşsiz bir fırça kombinasyonuyla ortaya çıktığını bilmeniz yeterli. Bunun bir adım ötesinde de eserin dahil olduğu akım, yaratıldığı dönemin özellikleri gibi farklı şeyler var.
Kitaplar için de durum böyledir. Bu sebeple belli bir yazar veya kitap hoşumuza gittiğinde “acaba devamında başka ne var?” diye merak ederiz. Fakat dışarıdan birisi, çoğunlukla sanat gözünden ziyade kazanç aracı olarak bu tablolara bakar.
Bir de işin çok konuşulmayan ‘kara para aklama’ kısmı var.
NFT’lerde olduğu gibi tablolarda da ücreti kontrol eden bir yasa olmadığından eldeki tabloyu ücretsiz verebileceğiniz gibi, milyonlarca dolara da satabiliyorsunuz. Bu tablo satıldığında ise bu paranın nereden çıktığı sorgulanamıyor. Zaten aynı şeyin kripto üzerinden yapıldığını da görüyoruz.
Sonuç olarak…
Eserin değerini etkileyen etkenlerin arasında yaratıcısının hayatta olup olmamasının, ne kadar eski olduğunun, orijinalliğinin, verilen emeğin ve tüm bunlardan doğan koleksiyon değerinin olduğunu söyledik. Yine de değer belirleme kısmının her eser için değiştiğini belirtmekte fayda var.
Zira biz her ne kadar milyonlarca dolara satılan tabloları görsek de bunların dışında, odağımızın dışında kalan çok sayıda eser bulunuyor. Muhtemelen bu eserlerin çok büyük bir kısmı 1.000 dolar değerini bile göremeyecek. Bu, söz konusu eser kötü olduğundan değil, çok azının bahsettiğimiz açık artırmalara erişebilmesinden kaynaklı.
- Kaynaklar: New York Times, Medium, Vox
- Manşet: Joan Miro (1893-1983) - Peinture (Le Chien)