Yanıcı yakıtlardan kurtularak geleceğin enerji kaynakları arasında görülen güneş panelleri ve rüzgâr türbinlerine geçmek muhakkak epey zahmetli olacak. Bu geçiş sürecinde gezegenin daha az zarar görmesi ve mevcut durumda yanıcı yakıtlara olan ihtiyacın fazla azalmaması da endişe verici bir durum. Çünkü bu yakıtlardan hızla salınan karbon dünyanın iklimini son derece bozmaya başladı.
Dünyanın iklimini etkileyen bu karbon salınımı ve emisyonlar binlerce yıldır gezegen içerisinde bir dolaşım içerisinde ancak doğaya zarar verilmesi yerine kontrollü şekilde depolanması, Karbon Yakalama ve Depolama (CCS) adı verilen bir teknoloji ile günümüz de mümkün. Norveç’in Kuzey Denizi’nde şuan kullanılan bu yöntem, henüz yeteri kadar yaygın değil. Nature Communications Dergisi’nde yayınlanan makaleye göre, eğer CCS dünya genelinde yaygınlaşır ve kabul görürse salınan karbonun %90’ı 10.000 yıl boyunca güvenli şekilde saklanabilir. Bu karbon elementlerini Dünya kabuğunun altında saklamak, Dünya’nın ısınmasını yüz yıl içerisinde iki santigrat derece kadar yavaşlatacak.
Konu üzerinde çalışmalar yapan ve bir CCS araştırmacısı olan Stephanie Flude, “Sera gazı emisyonlarının üstesinden gelmek, gerçekten karmaşık bir konu fakat farklı çözümler de üretilebilir” dedi. Küresel ısınmayı 2 santigrat derece veya daha fazlası kadar azaltmak için milyarlarca ton CO2 (karbondioksit) gazını depolamak gerekiyor. Fakat zararlı yakıtların tüketiminin azaltılması, doğal enerji kaynaklarının artırılması, yenilenebilir ve düşük maliyete sahip enerji kaynaklarına yönelmek gibi çözümlerin mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor.
Flude, bahsi geçen depolama yönteminde herhangi bir karbon ya da bunun gibi gazların sıkıştırılmasının zorluğuna dikkat çekti ve sadece istenen miktarda salınım yapılmasını sağlamanın zor olduğunu kaydetti. Daha gerçekçi bir tablo sunmak isteyen Stephanie Flude, geçmişte diğer gazların nasıl atmosfere karıştığını ve nasıl hapsolduğunu araştırmak gerektiğini ve güvenli bir hesaplamanın elde edilmesi gerektiğini belirtti.
Ohio State Üniversitesi'ndeki Enerji Sürdürülebilirlik Araştırma Laboratuvarı'na başkanlık eden Jeffrey Bielicki, “Sızıntı, sosyal ve politik açıdan potansiyel bir tehlike olarak görülse de bilimsel açıdan tehlike arz etmiyor” dedi. Yine de karbondioksit gazının yüzeye geri dönüp dönmeyeceği aslındavtek problem değil. Lamont Doherty Dünya Gözlemevi'nde dünya ve çevre bilimlerini araştıran Paul Olsen, “Diğer zararlı yakıtlardan yenilenebilir enerjilere geçişin gecikmesi ile ilgili endişeler var” ifadelerinde bulundu. Çalışmayı uzaktan izleyen Olsen, “Mantıksal olan şey fosil yakıt kullanımının azaltılması ve bunun yenilenebilir malzemeler ile değiştirilmesidir. Fakat bunlar bir gece de olmayacak” dedi.
Aslında bu yöntemler tartışıla dursun, daha iyi çözümler de olabilir. Karbondioksiti, karbonla tepkimeye giren yer altı kayalarına aktararak sertleşmiş kireç taşı ya da kuvarslar olarak dönüştürebilmek mümkün olabilir. Olsen’a göre, bazalt olarak bilinen lav kayalarının uygun jeolojik ortamlarda oluşması, karbondioksit kayaları için iyi bir örnek. Bu kayalardan New York’un altında çok sayıda bulunuyor. New York gibi büyük enerji santrallerinin olduğu yerlerde yüksek miktarda CO2 kaynakları bulunuyor. Burada ki karbon depolama modeline bakarak yola çıkmak mümkün. Zaten yapılmak istenen şeyi elde edebilen bir teknoloji var fakat bunu kitleler halinde gerçekleştirmek Olsen’a göre esas sorun.
Konu hakkında çalışma yapan yazarlar, sızıntıların iyi bir şekilde izlenmediği durumlarda karbonun %20’den fazlasının atmosfere geri döndüğünü keşfettiler. Kanada, Norveç ve ABD gibi CCS’yi ciddi bir şekilde düşünen veya hali hazırda buna sahip olan ülkeler, bu araştırmaları hiç şüphesiz dikkatle izliyor olacaklar. Sızıntıları takip etmek ve yer altında uygun depolama alanları tespit edip yüksek basınçlı karbonu bu yerlere taşımak basit ve ucuz bir iş değil.