Elektronik ev aletlerinin Steve Jobs’ı olarak görülen James Dyson tarafından kurulmuş olan Dyson markası, ürünlerindeki yenilikçi teknolojilerin yanı sıra tasarımı ve altında yatan mühendislik ile günümüzde oldukça ilgi görmekte ve birçok kişinin hayallerini süslemekte.
Olasılıklara kafa tutmanın ve asla pes etmemenin nasıl sonuçlar doğuracağını bize kanıtlayan geçmişi ile Dyson oldukça ilham verici bir hikâyeye sahip.
Dyson’ın başarı hikayesi aslında bir nefret ile başlıyor!
Babasını 9 yaşında kaybetmiş olan James Dyson, küçük yaşlardan beri ev işleri konusunda annesine yardım etmekteydi.
Küçüklüğünden beri süpürgelerin toz torbasını değiştirmekten ve süpürgenin çekmediği tozları temizlemekten nefret etmiş olan James Dyson’ın elektrikli süpürge sektörünü kökünden değiştirmiş olan buluşunun altında da işte tam olarak bu nefret yatıyor.
1978 yılında o dönemki en güçlü süpürgeyle bile aynı sorunu yaşayınca canına tak ediyor!
James Dyson o dönemin en iyi süpürgelerinden olan Hoover marka süpürgeyle de aynı problemi yaşıyor.
Toz torbalarının hem maliyetli olması hem de torba doldukça süpürgenin emiş gücünü düşürmesi, Dyson’ın aklına toz torbasız bir süpürge olabilir mi düşüncelerini getiriyor.
Dyson, bir kereste fabrikasında mühendislik içgüdülerini tetikleyecek bir fikirle karşılaşıyor.
Kereste fabrikasında talaşların endüstriyel siklonlar ile havadan temizlenebildiğini gören James Dyson, bu teknolojinin küçük bir ölçekte elektrikli süpürgeler için uygulanıp uygulanamayacağını araştırmaya başlıyor ve ilk prototipini yapıyor.
İlk oluşturduğu prototip, kartondandı ve o dönemki en iyi süpürgeden daha fazla toz topluyordu!
Kartondan yaptığı ilk prototip ile şu anda gördüğümüz modern Dyson süpürgelerinin temelini atan James Dyson, aslında önündeki zorlu yolculuktaki ilk adımını atmış oluyor.
Bir röportajında hayalindeki ürünü geliştirmek için çalıştığı bu süreçte ciddi maddi sıkıntılar yaşadıklarını belirtmiş olan James Dyson’ın en büyük destekçilerinden biri ise, James Dyson’ın hedefine ulaşması için maddi ve manevi her türlü desteği veren ve bu desteği sağlayabilmek için bir dönem ek iş bile yapmış olan eşi Deirdre Hindmarsh.
5127 prototipten sonra ise Dyson, hayalindeki torbasız elektrikli süpürgeyi yaratmayı başarıyor.
5 yıl boyunca pes etmeden prototip üretmeye devam eden Dyson, sonunda istediği sonuca ulaşıyor fakat 1983 yılında büyük umutlarla ilk torbasız elektrikli süpürgeyi piyasaya sürse de ürün İngiltere pazarında pek başarılı olamıyor.
İngiltere’deki başarısızlığa rağmen pes etmeyen Dyson, ürünü Japonya’ya satmaya başlıyor!
2 yıl boyunca İngiltere ve Avrupa’da ürünü ile ilgilenen distribütör bulmakta zorlanan James Dyson, sonrasında ürününü Japonya pazarına sokmak için harekete geçiyor ve bu ürünü bir Japon firmasına lisanslıyor.
1986 yılında patentlenerek üretimine başlanan ilk model “G-force”, Japonya’da büyük başarılar elde ederek büyük satış rakamlarına ulaşıyor ve Japonya’da bir ödül kazanıyor.
Japonya’daki satışların çok iyi gitmesi, haliyle İngiltere pazarının dikkatini çekmeye başlıyor.
İlerleyen yıllarda James Dyson, DC01 isimli yeni bir model çıkartarak ve Dyson ismiyle kendi şirketini kurarak İngiltere pazarına giriş yapıyor ve kısa bir süre sonra bu yeni model, İngiltere’nin en çok satan elektrikli süpürgeleri arasına giriyor.
Sonrası ise malum... Dyson’ın hiç bitmeyen yenilikçiliği ile bugünkü Dyson olma yolculuğu başlamış oldu.
Şüphesiz ki Dyson’ın yenilikçi tasarımları rakiplerin de ilgisini çekmeye başlamıştı.
Dyson, ilk kurulduğu yıllardan itibaren rakiplerine karşı birçok patent davası açmak zorunda kaldı çünkü rakipleri, Dyson’ın tasarımlarını kopyalamaya çalışarak bu yenilikçilikten pay almaya çalışıyorlardı. Dyson, bu açtığı davaların çoğunu kazandı.
James Dyson’ın toz torbası nefreti ile başlayan bu hikâyenin sonunda ise dev bir şirket doğdu.
Dyson şu anda 9000’den fazla patente sahip bir marka olarak hâlâ yenilikçiliğini ortaya koymakta.
James Dyson’ın olasılıklara meydan okuyarak asla yılmaması sonucunda, binlerce çalışanı olan ve birçok ülkede faaliyet gösteren bir marka haline gelen Dyson, bizlere asla pes etmemenin ne kadar önemli olduğunu kanıtlar nitelikte. Siz ne dersiniz?