Yeni serimiz "Tarih Bunu da Gördü" ile birlikte, Dünya tarihi üzerinde iz bırakmış figürleri bir kez daha gün ışığına çıkarıyoruz. Bu seride en iyisinden en kötüsüne tarihte yer alan tüm ilginç karakterleri ve yaptıkları şeyleri sizlere aktaracağız.
Yazı dizimizin ilk ismi ise Fransız siyasetçi Maximilien-François-Marie-Isidore de Robespierre. Aslında Robespierre Fransız Devrimi'nin en önemli figürlerinden biri olmasına rağmen yeterince tanınmıyor, özellikle de ülkemizde.
Fransa'ya bir kral lazım (tercihen Louis)
Avrupa tarihine baktığımızda çok uzun bir süre boyunca İngiltere ve Fransa arasında çekişmeler olduğunu görüyoruz. Bu çekişmeler bazen Yüzyıl Savaşları gibi kanlı süreçlerde, bazen de farklı ülkelere yönelik diplomasi hamleleri arasındaki rekabette kendisini gösteriyor.
Fransız Devrimi'nin hikayesi de aslında Amerika'da, bugünkü adıyla Ohio'da başlıyor. Bölgenin kontrolü için mücadele eden Fransa, başarısızlığa uğruyor (Sonrasında ise ağır vergilere isyan eden Amerikan kolonilerinin bağımsızlık mücadelesine destek verecekler). Bu da Fransa'nın hazinesinin tam takır kuru bakır olmasına neden oluyor.
Kral 15. Louis, (Fransız tarihindeki kralların yarısının falan adı Louis zaten, toplamda 18 tane var), bir gün kral olacak torununu, Avusturya'nın arşidüşesi Marie Antonette ile evlendirir. Tek bir gün bile çalışmaları gerekmediği için sıkıntıdan adet uyduran Fransız soyluları, düğünde çifte yatağa girene kadar eşlik ederler (Bunu ben uydurmadım, gerçek bir adet). Fransa'nın geleceği artık bu genç çiftin elindedir.
Garibanın yüzü güler mi?
Fransa'nın aristokrat takımı gününü gün etmeye, garip adetler çıkarmaya devam ededursun, gariban Fransız halkı çocuk yapmak ve hayatta kalacak kadar bir şeyler edinmek dışında yalnızca aristokratları doyurabiliyordu. Çok çocuk yapmalarının sebebi bile tarlaya işçi ve Fransa'nın sağa sola açtığı savaşlara asker yetiştirme sıkıntısıydı.
Bu kesim, Fransa nüfusunun %80'ini oluşturuyordu. Dönemin Fransa'sında kast sisteminde en üstte rahipler ve din adamları, onun altında soylular, onun altında da köylüler yer alıyordu. Piramit şeklinde alt alta koyunca aralarında çok mesafe yokmuş gibi gözükse de aslında soyluların kılıçları, ortalama bir at falan bir köylüden daha değerli görülüyordu. Hatta Fransız atlıları, düşmanın hızını kırmak için önden kendi köylülerini sürer, sonra da kendi köylülerini de çiğneyerek düşmana saldırırdı.
Bu dönemde başlayan Aydınlanma hareketleri, Fransa'da sağda solda şarap içmek için toplanan köylülerin ve şehirlerde yaşayan halkın da düşüncelerini etkilemeye başlamıştı. Krala ya da aristokratlara gerek olmadığını düşünen kesim gittikçe büyüyordu.
Bu kaçıncı Louis şimdi? 16 mı? Tamam, diğerlerinin yanına koyun
Hali hazırda sağlığı zayıf bir insan olan 16. Louis, 15. Louis'in beklenmedik vefatı üzerine kral olmuştu. Mayıs 1774'te tahta geçen 16. Louis'in elinde beş kuruş parası olmayan, çok büyük borç yükü altında ve halkı mutsuz bir ülke kalmıştı.
Marie Antoinette de savurganlığı ve şımarıklığı ile halkın öfkesini kabartıyordu. Saçına bir tekne şekli verdirip gezmeye çıkmak gibi adetleri olan bu kadın aslında kraliçe olduğu için dikkat çekiyordu. Zira o döneme göre Antoinette'in tarzı, soylular arasında en sade olanlardan biriydi.
Louis'lerin onaltıncısı, halkın taleplerini dizginlemek için 175 yıl sonra meclisi topladı. Bu mecliste aşırı adil (!) bir uygulama sistemi geliştirildi. 100 bin din adamı için 1 oy, 350 bin soylu için 1 oy ve 27 milyon diğer vatandaş için de 1 oy hakkı vardı. Haliyle vatandaşların hiçbir isteği meclisten geçmedi.
Fransız halkı kendi hükümetini kurdu
Mecliste kendisini ifade edemeyen halk, "Madem ülkenin %98'i biziz, kendi meclisimizi kuralım" dedi. Bunun üzerine de bir binaya giderek temsilciler meclisi oluşturdular. 16. Louis ise çözüm olarak, herkes dışarıdayken binanın kilitlenmesini istedi. Bunun üzerine halk da sokağın aşağısındaki bir kapalı tenis kortunu meclis binası olarak kullandı.
Bu meclise Fransa'nın pek çok okumuş genci de dahil olmuştu. Robespierre de genç bir avukat olarak ilk önce bu mecliste öne çıktı. Halkın büyük kısmına göre bu idealist genç avukat yozlaşmaz, yoldan çıkarılamaz ve iradesi sarsılmaz bir kişiydi. Ne kadar yanıldıklarını ise zaman gösterecekti.
Robespierre çok hızlı bir şekilde mecliste yükselmeye başladı. Oldukça radikal görüşleri olan Jakoben Parti'ye katılması çok kısa bir sürede gerçekleşti. Sonrasında da Fransa'nın yönetimi konusunda bir numaralı söz sahibi oldu.
Terörün Hükümdarlığı
Fransız kadınlarının krala başkaldırıp, Versay sarayını basmasıyla başlayan sürecin ardından Fransa'da güç yavaş yavaş halk meclisine, özellikle de Jakobenlere geçiyordu. 16. Louis, devrimciler ile arasını iyi tutmak için ne isterlerse tamam diyordu.
Star Wars filminde Usta Yoda, " Korku öfkeye; öfke nefrete; nefret ise acıya yol açar." der. Fransa için de durum hiç de farklı değildi. Korkuyla bekleyen Robespierre, kralın devrimlerini ortadan kaldırabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle yeni kurulan cumhuriyet meclisindeki nüfuzunu kullanarak 16. Louis'nin idam edilmesini istedi. Oylama sonucunda 1 oy farkla kralın idamına karar verildi.
Robespierre'in korkusu gittikçe büyüyor, başka ülkelere de yayılıyordu. Kendi halklarının da devrim yapmaya kalkışmasından korkan krallar, Fransa'yı dikkatle takip ediyordu. Din adamları da devrim hakkında hiç iyi şeyler anlatmıyordu. Devrime bağlılık yemini etmeyen rahiplerin kovulduğunu ya da idam edildiğini düşünürsek bu hiç de şaşırtıcı değil tabi.
Madem giyotin var neden kullanmıyoruz?
Fransa, Avusturya'ya savaş açarken Robespierre böylece dışarıdan gelecek bir müdahaleyi de engelleyebileceğini düşünüyordu. Sonrasında da dev bir casus ve izleme ağı kurarak kendi halkını takibe başladı. Kurduğu 12 kişilik güvenlik konseyi ile bir anlamda 12 kişilik bir diktatörlük rejimi kurdu.
Bu dönemde icat edilen giyotin sayesinde hızlı ve net idamlar yapabilen Fransız devrimciler, özellikle de Halkın Dostu adında bir gazete çıkaran Jean-Paul Marat'ın da yönlendirmesi ile sürekli kan döküyordu. Marat, hemen her yazısında birilerini hedef gösterip korkuyu körüklüyordu. Gösterdiği hedefler de büyük ihtimalle kendilerini giyotin sehpasında buluyordu.
Marat'ın etkisi gerçekten çok büyüktü. Fransa savaştayken yazdığı yazılarda, fırsattan istifade karşı devrim yapabilecek soyluların büyük bir tehdit oluşturduğunu savunuyordu. Bu yazının ardından hapiste tutulan soylular, yaşlısı, kadını, çocuğu, bebeği ayırt edilmeksizin idam edildi. Hatta o dönemde bir general, soyluları bir gemiye bağladı ve sonra gemiyi batırttı. Sonrasında savaş suçları yüzünden o da giyotine gidecekti, o ayrı.
Charlotte Corday adında bir kadın, Marat'ın tehlikeli bir figür haline geldiğini ve iç karışıklıkları körüklediğini düşünüyordu. Bazı muhalifler hakkında bilgi sahibi olduğunu söyleyerek, cilt hastalığı nedeniyle küvette şifa arayan Marat'ın yanına girdi ve onu öldürdü. Daha sonra duruşmasında "100.000 kişiyi kurtarmak için bir adamı öldürdüm" diyecek, sonrasında da idam edilecekti.
Robespierre'in gözünü kan bürüdü
Özellikle o dönem ordudaki genç bir komutan olan Napoleon Bonaparte'ın başarıları sayesinde savaşlarda kendisini korumayı başaran Fransa'da Robespierre gözünü içerideki "düşmanlarına" çevirmişti. Casus ağı sürekli yeni isimlerle geliyordu.
Kendisi ile birlikte Jakoben Parti'nin yükselişinde önemli rol oynamış olan Danton gibi isimler bile Robespierre'in gazabından kurtulamamış ve giyotine yollanmıştı. Hoş o dönemde giyotine gitmek çok kolaydı. Öyle kralı, kiliseyi savunayım ya da ne bileyim Hristiyanlığı -hele hele Katolikliği- öveyim deseniz zaten hemen giyotine gidiyordunuz. Konuşurken "Devrimi yeterince heyecanla savunmadığı için" idam edilenler bile vardı. Bu dönemde toplamda 40 bin kişi idam edildi.
Kendini tanrı sanan insan
Robespierre bir noktadan sonra tamamen kontrolden çıktı. Mantık Kilisesi ve "üstün ahlak" adını verdiği değerlerden oluşan bir nevi uydurma dini zorlamaya başladı. Kendi değerlerinin dışında doğru olamayacağına inanan her despot gibi karşı çıkan herkese hayatı zindan etti ya da doğrudan idam edilmelerine neden oldu.
Robespierre kendisini bir nevi yüce insan, bir nevi tanrı olarak görüyordu. Eski inanışları ortadan kaldırmak için çok sert politikalar izledi. Her saatin 100 dakika, her dakikanın 100 saniye olduğu, ayların 10 günlük üç haftadan oluştuğu bir takvim uydurdu ve devrimi 0 kabul ederek ülkeyi bu takvime geçirdi.
Bir noktadan sonra ise korkuyu doğrudan doğruya ülkenin bir numaralı yönetim şekli haline getirdi, hatta bunu kanunlaştırdı. Artık radikal devrimciler bile Robespierre'den bıkmış ve korkmaya başlamıştı. Kaldı ki Paris dışındaki halk devrimi çok da büyük hevesle desteklemiyordu. Hatta bazı yerlerde devrim karşıtı isyanlar vardı.
Fazla güven sonu oldu
Robespierre'in sonunu getiren ise temsilciler meclisinde yaptığı bir açıklama oldu. Zaten bir kısmını idam ettirdiği ve tamamen Jakobenler ile doldurduğu meclisin karşısına bir konuşma yapmak için çıktı. Bu konuşmada "Elimde hainlerin bir listesi var. Pek çoğunuz da bu listede yer alıyor ancak hangileriniz olduğunu açıklamayacağım" dedi.
Bunun üzerine meclis üyeleri Robespierre'e yeterince tahammül ettiklerine karar verdi. Tutuklandı ve yargılandı. Çok kısa süren yargılamanın ardından da giyotin ile idam edildi. Böylece Robespierre, Fransa'yı dehşet sarmalına sokan hükümdarlığına idam edilerek veda etmiş oldu.