Eşi benzeri çok zor görülen bir ekonomik krizin içindeyiz ve durum her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Bir öğretmen maaşıyla 2002 yılında 470 lira ile 14 çeyrek altın alınabiliyorken, bugün 5.100 lira ile sadece 4 çeyrek altın alınabiliyor. Bunu sadece altına değil herhangi bir şeye de uyarlayabilirsiniz; ister dolar, ister telefon, ister simit... Her birinde de alım gücünüzün ne kadar düştüğünü fark ediyorsunuz.
Her bir vatandaşın varlığının %45'i buharlaştı. Asgari ücret 200 doların altına inmek üzere. Cebine 100 euro koyan bir turist, İstanbul'da 1 hafta doya doya tatil yapabiliyor fakat biz kendi ülkemizde zor geçiniyoruz. Bütün bunlara rağmen bazı yayın organları radikal düşünceleri nedeniyle ülkede ekonominin çok iyi olduğunu iddia ediyor.
Ekonomi konusunda Türkiye tarihinin en acı dönemlerinden birini yaşıyoruz. Türk Lirası'nın aylık değer kaybı, 1981'den bu yana en yüksek ikinci artışı yaşadı.
İlki 1994 Nisan'ında, ikincisi ise geçtiğimiz günlerde oldu. Üçüncüsü ise 2001 Şubat'ında olmuştu. Dolar 14.25 olduğu takdirde birinciliğe bu dönemde tanık olacağız. Merkez Bankası açıklamalarına bakılırsa faizi yeniden düşürme planları var, bu sayıya ulaşma ihtimali yüksek görünüyor ne yazık ki.
Bir gün içinde bile USD/TL kurundaki artış %17,5'i bulabiliyor. Kurdaki artış, Ekim ayı başına göre %40'ı, Kasım ayı başına göre ise yüzde 30'u aştı.
Her 1 TL'lik dolar artışı, Türkiye'nin yükünü 450.000.000.000 TL arttırıyor. 2,5 yıl önce 6,6 TL olan Euro, 14,52 TL'ye kadar çıktı. Bu kur farkının sadece İstanbulluların sırtına yüklediği ek fatura ne yazık ki 20 milyar 150 milyon liraya ulaştı. Tek bir şehrin metro hattına mal olacak kadar zarar verdi. Bir de tüm Türkiye'ye verdiği zararı düşünün.
TL'deki bu değer kaybı, Cumhuriyet tarihinde ilk kez 7 yıl üst üste yaşanan 'kişi başına gelirdeki düşüşü' sekizinci yıla doğru götürüyor.
En büyük düşüş II. Dünya Savaşı'ndan sonra ardı ardına yaşanan 4 yıllık dönemde. Büyük Buhran'dan sonra ise 3 yıllık bir düşüş görülmüş. Darbelerde de birkaç yıllık düşüş var ama en kötüsünü bu dönemde yaşıyoruz.
İşte durum bu kadar vahimken hâlâ bazı medya organlarında akılalmaz manşetler atılabiliyor. Onlardan biri:
Bahsedilen "BMW'nin en son çıkan modelini" aynı haberin detaylarına göre 185 kişi sipariş vermiş. Yani 82 milyonluk ülkenin genel durumunu 185 kişiye göre değerlendiriliyor:
Araba fiyatlarının ne kadar arttığını görmek için bu içeriğimizi okuyabilirsiniz:
Benzine gelen zamları cici göstermek için Avrupa'daki ve Türkiye'deki benzin fiyatları karşılaştırması yapılmış. Türkiye'deki benzin fiyatları diğer ülkelere göre daha ucuz olduğu söyleniyor:
Fakat karşılaştırmada Türkiye'deki benzin fiyatlarının kur bazında Euro ile karşılaştırılması yapılarak izleyiciye sunulmuş.
- Alım gücü karşılaştırmasına göre bakalım bir de: Almanya'da asgari ücretin tamamıyla 978 litre benzin alınabiliyorken Türkiye'de asgari ücretin tamamıyla 343 litre benzin alınabiliyor (Artık daha da az alabiliyoruz). Üstelik Almanya'da asgari ücret alanların oranı yaklaşık %3 fakat Türkiye'de ise %45.
Öz eleştiri yapmak yerine hedef saptırma stratejisi izleniyor.
Oysa en çok döviz alımı yapılan ilk 3 şehir şunlar: Aksaray, Kırşehir ve Bingöl. Aksaraylılar, geçtiğimiz yaz mevsiminde döviz meblağlarını 668.807 TL'den 2.871.585 TL'ye yükselttiler. Aradaki değişim oranı ise yüzde 329'du. Yani Aksaray, yaz mevsiminde dövize adeta hücum etti. Büyükşehirler dururken bu 3 kentin dövize neden ve nasıl yöneldiğini düşünmek gerek...
Türkiye'deki ekonomik belirsizlik sebebi ile Kasım ayında ilk defa faiz tahmini yapamayan Reuters ve BBC ile CNBC gibi yurt dışı merkezli basın kuruluşları ekonomik durum için sorumlu tutuluyor:
Avrupa'da 30 yıl sonra enflasyon ilk kez %4 oldu diye bu ülkelerin çok zor durumda olduğunu yine aynı haber kanalları söylüyor. Nitekim aynı haber kanallarında Türkiye'deki gerçek enflasyonun %58,75'lerde olduğuna dair bir bilgi göremiyoruz.
15 Temmuz döneminde "darbenin finansörü dış güç" olarak bahsedilen Birleşik Arap Emirlikleri için aşağıdaki haberler yapılmıştı. Ancak bu hafta aynı ülkeden övgülerle bahsedildi haberlerde:
İçinde bulundukları psikolojinin özeti:
Ayçiçek yağındaki fiyat artışının sorumlusu olarak gösterilen "fırsatçılar" kim?
Evinizde, fabrikalarda duran makineler, aldığımız bilgisayarlar, arabalar ve hatta doğalgaz gibi kaynakların bir kısmı nereden geliyor. Fabrikalardan gelen makinelerin, otomobillerdeki motorların, telefonlardaki devrelerin belki tamamı ya da parçaları yurt dışından dövizle alınıyor. Nakliyesinde de benzin kullanılıyor, hani şu her gün zam yapılan sıvı.
"Dolar arttığı zaman Türkiye'de işçilik ucuzlayacak, dünyaca ünlü markalar üretim bandını Türkiye'ye kaydıracak." söylemlerini sık sık görür olduk:
Haberlerde ekonominin kötü olduğunu itiraf ediliyor fakat bu durum çelişki yaratıyor.
Böylesine tarihi bir dönemde olmamıza rağmen televizyonda bu durumu tartışanlar arasında bir iktisatçı bile bulunmuyor:
Halbuki gerçek bir iktisatçının gerçekleri söylemesi gerekiyor.