Teknolojik alet, ev, araba almak artık zor olmanın da ötesinde. Markete girdiğimizde temel ihtiyaçarımızı bile alamadan çıkabiliyoruz. Bu sabah doğan bir bebek bile 20.725 TL'lik bir dış borç yükü ile doğdu. Büyüdüğünde vereceği vergilerin kendisi için kullanılıp kullanılmayacağı da meçhul.
Ve bunlar sadece birkaç yıl içinde gerçekleşti, durum daha da kötüye gidecek gibi görünüyor. Tanpınar'ın da dediği gibi; Türkiye, hiçbir dönemde gençlerine kendisinden başka bir şeyle meşgul olma fırsatı vermiyor.
Konuyla alakalı olsa da bu içerikte Avrupa ve Türkiye'deki market veya araba fiyatlarını kıyaslamak istemiyoruz. Çünkü artık bunları duymaktan bıktığınızı biliyoruz.
Umutsuzluğa kapılan bu jenerasyonun hissettikleri önemli. Bir toplumun psikolojisi altüst olmuş durumda. Bu yoğun siyasi buhranın getirdiği ekonomik kriz nedeniyle sayısız şeyi kaybettik.
Yaşamamız gereken anılar bir bir yok oldu, yok olmaya devam ediyor.
Kur artışı yüzünden hayallerimizdeki dünya seyahatinden vazgeçmek zorunda kaldık, yaşadığımız şehirde bile tatil yapabilmek lüks oldu.
Ortalama bir dairenin fiyatı bir milyon liraya dayandı, birkaç yıl öncesine kadar bu fiyata villa almak mümkündü.
Araba fiyatları durdurulamıyor artık. Bir ayda bile on binlerce lira zam geliyor.
Bir Audi'ye sahip olmanız gerekirken bir Punto'nuz var artık. Belki o bile yok. Bir ay çalışıp araba almanın mümkün olduğu Finlandiya kadar müthiş bir ekonomimiz olsun derdinde de değiliz. Gerçekçiyiz, en azından insanca yaşayabileceğimiz, araba gibi temel ihtiyaçları zorlanmadan alabileceğimiz bir ekonomi talep ediyoruz.
Bir telefonu 4-5 yıldır kullanmak zorunda kalabiliyoruz. Kırılırsa, bozulursa ne yaparım diye düşünmekten paranoyak olduk.
Rahat bir şekilde Spotify, Netflix gibi abonelikleri alabilmemiz gerekirken artık bazılarına veda etmek zorunda kalıyoruz.
Hobilerimiz, yeteneklerimiz bile köreldi. Fotoğrafçılık yeteneğiniz mi var? Yeteneklerinizi sergilemek için iyi bir lens alamıyorsunuz. Hayat kaliteniz düştü.
Markette, mağazada beğendiğimiz ürünlerin etiketini görünce içimizde kalıyor, alamıyoruz. Alsak bile "buna değdi mi" diye düşünüp pişmanlık hissediyoruz.
Arkadaşlarımızla buluşup dışarıda bir şeyler yapmaktan bile vazgeçer olduk. Ne konser biletine para yetiyor ne de kafede bir şeyler içmeye. Para harcamamak için evde kalıp içimize kapanmaya mecbur bırakılıyoruz.
Eski keyifli halimize geri dönmemizi engelleyen bir gündem var.
Durulmak bilmeyen bu gündem yüzünden bir zamanlar zevk alarak yaptığımız şeylere karşı hissizleştik, ne kadar istesek de hayattan keyif alamamaya başladık.
Sokak röportajında insanların birbirine girmesini izlemekten bıktık.
Eskiden sadece milletvekilleri kavga ederdi fakat artık sokaktaki insanlara sıçradı bu. Oysa yıllar önce böylesine bir gerilim yoktu bu sokak röportajlarında. "Artiz ne arar pazarda, beyin bedava" gibi komik videoları izlerdik.
Hayat kalitesini en dibe çeken ciddi bir durum bu.
Üstelik ne Büyük Buhran ne Kıbrıs Savaşı'ndan dolayı ambargo ne de İkinci Dünya Savaşı var. Buna rağmen kişi başına düşen gelirimiz art arda 7 yıl boyunca düştü, 8.si de yolda ve Türkiye tarihinde daha önce yaşanmamış bir çöküş bu.
Bizler Büyük Buhran'ı görmeyen ortanca çocuklardık ama şimdi ne varsa görüyoruz.
Bizim buhranımız artık kendimizle değil. Kendimize odaklanmamız gereken yaşlarda, gecenin bir yarısında döviz kurunu, resmi gazete açıklamalarını, adını bile duymamamız gereken kişilerin videolarını takip ediyoruz.
Kendi hayatlarımıza odaklanamaz olduk. Sadece kendi kişisel dertlerimizi düşünmemiz gerekirdi.
Bir şey alamamaktan şikayet etmek yerine sınavımızın kötü geçmesinden, arkadaşımızla olan sorunlarımızdan şikayet etmeliydik.
Bütün bunlar yüzünden artık keyifli hissedemediğimiz kısır bir döngünün içine girdik. Bu döngünün artık bir son bulması gerekiyor!