82 Yıl Önce İstanbul'a Gelen 'Struma Gemisi'nin Asla Unutmayacağınız Trajik Hikayesi

İnsanlık tarihinde iz bırakan birçok vahim ve hüzün dolu hikâye var. Struma’nın hikâyesi de tarihe kanla yazılı o hüzünlü hikâyelerden sadece bir tanesi. Bugün sizlerle Struma’nın umut dolu yolculuktan mezara kadar giden hikâyesini ele alıyoruz.

Struma (Sutruma ya da Şutruma), II. Dünya Savaşı devam ederken Nazi Almanyası’ndan kaçan ve o zamanlar Britanya idaresinde olan günümüzdeki Filistin’e gitmeye (sığınmaya) çalışan bir grup insanı taşıyan ve bu yolculuğunu tamamlayamadan 795 kişiye mezar olan geminin (ya da yüzen tabutun) adı.

Struma hakkında bugüne kadar birçok kitap yazıldı, filmlere konu oldu, belgeseller çekildi, araştırmalar yapıldı, tartışıldı, adına şarkılar ve ağıtlar yazıldı ama gelgelelim ardında halen açıklığa kavuşmayan birçok şey bıraktı. Elbette her tarihi olay gibi bu olayı da unutmamak, hatırlamak, ders çıkarmak bizlere düşen pay oldu. Bugün sizlerle bu payı paylaşmak için beraberiz.

Nazi Almanyası’nın Yahudi vatandaşlar üzerinde artan baskısı

1940’lı yıllarda Nazi Almanyası’nın Yahudi vatandaşlara karşı olan tutumu iyice sertleşmiş hatta bu dönemde toplu katliamların sayısı artmıştı.

Yine bu dönemde Nazi Almanyası’nın orduları ülkemizi de tehdit edebilecek kadar sınırlarımıza doğru yönelmişti. O zamanlarda Nazi Almanyası’nın tehdit ettiği tek ülke elbette Türkiye değildi. Polonya’nın ardından Romanya’da yaşamlarını sürdüren Yahudi vatandaşlar için de bir ölüm – kalım savaşı çoktan başlamıştı.

Ölümden kurtulmanın tek yolu: Filistin’e kaçış

Köstence'den Filistin'e uzanan yolculuk rotası (yeşil yol tamamlanabilen, kırmızı yol ise tamamlanamayan)

1941 yılında Romanya’nın Yaş şehrinde 4 bin Yahudi kökenli vatandaşın katledilmesinin ardından, henüz yaşamlarını sürdürebilen ve sıranın kendilerine gelmesini istemeyerek kaderlerine razı gelmeyen bir grup Yahudi kökenli insan, tüm mal ve mülklerini satarak bir kaçış planı hazırladılar.

Plan oldukça basitti; kendilerini o zamanlarda İngiliz Mandası olan Filistin’e götürebilecek yeterlilikte bir gemi bulacak ve Türkiye üzerinden kendilerince güvenli görünen Filistin’e ulaşacaklardı. Pratikte güvenli görünen bu planın; masum insanların akıllarına bile gelmeyen ihtimallerin hepsinin gerçekleşmesiyle son bulacağını hiç kimse tahmin etmiyordu.

Fırsatçı seyahat acentesinin sahte ilanı

Yaklaşık 800 kişilik bu grup (sürekli etnik köken ya da inanç vurgusu yapmak istemiyoruz artık), kişi başı 1000 dolar ödeyerek (o dönem için çok büyük bir meblağ), gizli yollardan Campania Mediteranea de Vapores Limitada isimli Yunan seyahat acentesinden Queen Marry isimli bir yolcu gemisi kiraladılar. Queen Marry, 800 kişilik bir yolcu grubunu rahatlıkla Filistin’e ulaştırabilecek potansiyel ve donanımda bir gemiydi. Nitekim yolcu grubu için her şey planladıkları gibi işliyordu. Ya da onlar öyle düşünüyordu.

Gelgelelim günümüzde nasıl ki güvenilir olmayan sitelerden sipariş verdiğimizde kargodan hıyar ya da patlıcan çıkma olasılığı varsa; geçmişte de durum tamamen aynıydı. Güvenilir olmayan ve yasa dışı yollardan çalışan bu acentenin tahsis ettiği gemi Queen Marry isimli ortalamanın üstündeki bir gemi değil; Struma isimli köhne mi köhne bir gemiydi.

Umuda yolculukta ikinci kez dolandırılmak

Struma; köhne kelimesinin anlamını tam olarak karşılıyordu. Panama bandıralı bir Bulgar kömür gemisi olan Struma; 1867 yılında Newcastle (İngiltere) şehrinde üretilmiş, önce Balkan Savaşı’nda ardından da hayvan taşıma aracı olarak kullanılan ahşap bir gemiydi. Hayvan taşıma aracı olarak kullanılan bu gemi nasıl olacak da insan taşıyacaktı? Ayrıca metrekare hesabı yapıldığı zaman iyimser bir hesapla bile Struma 100 kadar insana zor yetebilecek kapasitedeydi. 800’e yakın insana nasıl yetecekti?

Grup, gemiye binmek için limana geldiğinde Struma’yı görünce doğal olarak acente ile iletişime geçti. Acente; Struma’nın bir aldatmaca olduğunu, yolculuk başladıktan birkaç saat sonra yolcuları Queen Marry Gemisi’ne transfer edeceklerini söyledi. Tahmin edeceğiniz üzere yolcuları bekleyen Queen Marry adında bir gemi asla yoktu.

Ölümden kaçmak zorunda olan insanlar, bir kez daha acentenin sözüne inanarak Struma’ya bindiler. Zaten canı burnunda olan bu insanların ne boş koltuk isteyecek ne de başka bir gemi arayacak lüksleri yoktu. Sıkış tıkış bir şekilde de olsa 800 kadar kişi, 100 kişi kapasiteli hayvan taşıma gemisi Struma’ya binmek zorunda kaldı.

Yüzen tabut Struma ile yolculuk başladı: İlk arıza ucuz (!) atlatıldı

12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence Limanı’ndan kalkan gemi, içinde 800 yolcusu ile yola çıktı. Fakat 8 kat fazla kapasiteyle ilerleyen ve zaten canı çıktı çıkacak vaziyette bulunan Struma’nın motoru henüz İstanbul’a ulaşamadan çatladı. Şansları ilk ve son kez yaver giden Struma yolcularının imdadına, o esnada yanlarından geçen bir gemi yetişti. Komşu gemideki mürettebat, Struma’nın çatlayan motorunu onardı. Tabii bu da para ile yapılan bir iyilikti. Filistin’e gidince aç ve açıkta kalmak istemedikleri için yanlarına az miktarda da olsa para ve mücevherat alan yolcuların son parası da motor onarımı için harcanmıştı. Kısa bir molanın ardından yolculuk kaldığı yerden devam etti.

Struma’nın ikinci arızası, sığınabileceklerini umdukları bir yerde gerçekleşti

15 Aralık 1941’de Struma bir kez daha motor arızası verdi. Bu kez kimsesiz (!) bir yerde değiller, İstanbul Boğazı’na kadar gelmişlerdi. Hatta Struma’nın demir attığı yer için tarihi belgelerde Sarayburnu Açıkları (Fatih) ifade edilir.

Yolcular umutlu ve mutludur çünkü II. Dünya Savaşı’nda tarafsız bir tutum sergileyen Türkiye’ye gelmişlerdir. Motor bozulmuş olsa bile sığınabilecekleri bir yerdedirler. Gemi artık çalışmasa bile, trenle Filistin’e gitme imkânları vardır. Fakat bu talihsiz yolculukta hiçbir şey umdukları gibi gitmemiştir ve gitmeyecektir.

Türkiye; Almanya ve Britanya kıskacında sıkışmaya başlıyor

Struma’dan haber alan Almanya İstanbul Başkonsolosluğu, Türkiye ile iletişime geçerek “Struma içerisinde salgın hastalık olduğunu, gemiden tek bir yolcunun bile inmemesi gerektiğini” söyler. Tabii bu sadece bir bahanedir. Almanya’nın tek isteği, Türkiye’nin Struma’yı kabul etmemesidir. Hatta bu konuda dönemin hükûmetine siyasi baskı da yapar.

Tuhaftır ki İsrail’in kurulmasına öncülük eden devletlerden biri olan Britanya da bu konuda Almanya’nın benzeri bir tutum sergiler. O zamanlar Filistin’de manda yönetimi kuran Britanya; Türkiye’nin kendisine sunduğu “Struma’nın motorunun onarılıp Filistin yolculuğuna devam etmesi” yönündeki teklifini, Filistin’deki Araplar’ın ayaklanmasından ve olası bir yoğun Yahudi Göçü’nden sakınmak için reddeder. Reddederken de şunu ekler: “Geminin geri dönmesi yönünde bizler için herhangi bir sakınca yoktur”.

Yine bu dönemde Britanya basınında Struma içerisinde 3 Alman ajanının bulunduğu, bundan ötürü geminin Filistin’e ulaşmasının tehlike içerdiği yazılmıştır.

Almanya taraftarı Romanya, iadeyi kabul etmedi

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya yanlısı bir tutum sergileyen Romanya, geminin geri dönmesine asla izin verilmeyeceğini açıkladı. Bu süreçte Türkiye eli kolu bağlı bir şekilde düşünmeye başladı. Nitekim Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmek istemiyordu. Bu konuda atacağı herhangi bir adım, tarafsızlığına gölge düşürebilir ve kendisini bir anda savaşın içerisinde bulabilirdi. Yorgun olan Türk Milleti’nin, yeni bir savaşa hazır olmadığı da bir gerçekti.

Yahudi Göçleri’ni engellemek için çıkarılan kararname

2/9498 sayılı kararname resmi olarak yayımlanmadığı için biz de sizlerle paylaşamıyoruz

Dar bir ekonomi ile boğuşan ve kendisine zor yeten yeni cumhuriyet; Ağustos 1938’de, dünyada artan Yahudi Göçleri’nden nasibini almamak için 2/9498 sayılı bir kararname (Museviler’in Türkiye’de ikametinin yasaklanması ile ilgili bir kararname) çıkarmıştı. Bu kararname ile yolcuların Türkiye’ye sığınması zaten imkânsız hale geliyordu. Buna rağmen Almanya’nın izin vermesi durumunda Türkiye, bu yolcuları karaya alabileceğini bildirdi. Fakat Almanya’dan asla bu yönde bir adım gelmedi.

Motorun sökülmesi ve çözüm yollarının aranması

Daha önce hiç görmemiş olanlar için eski tip bir gemi motoru

Türkiye; bu süreçte yolcuları gemiden indirmeden, sadece motorun sökülerek onarılması yönünde karar alabildi. Tıpkı II. Dünya Savaşı’nda izlediği oyalama taktiği gibi, motor onarım süresini de oldukça ağırdan alıyordu. Nitekim bu süreçte daha ılımlı bir tavır gösteren Britanya ile müzakere edilmeye çalışılıyor ve Struma’nın Filistin’e gönderilmesi planlanıyordu.

Her dönemin sorunu: Siyasilerin sadece kendi adamlarına gösterdiği ayrıcalıklar

Tüm bu gelişmelerle birlikte 800 kişi adeta kendi kaderlerine terk edilmişti. Tabii kaderleri de onları şüphesiz acı bir ölüme götürmek üzereydi. Her devirde olduğu ve olacağı gibi bazı kişiler kaderin kamçısından kaçabilecek ayrıcalıklara sahipti. Struma’nın içerisinde de bu ayrıcalıklara sahip birkaç kişi elbette vardı.

Martin Segal ve ailesi, Struma’nın içerisinde bulunup, bu ayrıcalığa sahip olan kişilerdi. Segal, Standard Oil Company of New York’un Romanya müdürüydü. Aynı şirketin Türkiye temsilcisi Vehbi Koç, Britanya Hükûmeti, ABD Hükûmeti ve Türkiye Hükûmeti (Türkiye Hükûmeti’ni bu görüşmelerde dönemin İçişleri Bakanı Mustafa Faik Özt(ı)rak ve İstanbul Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil temsil etti) arasında birkaç görüşme gerçekleştirildi. Tüm bu diplomatik girişimlerin ardından Struma’dan Segal Ailesi (3 kişi) indirildi.

Bu tahliye işlemi sırasında doğum sancısı başlayan bir kadın (Medea Salamovici) da tahliye edildi. Doğum sancısından ötürü hastaneye kaldırılan kadının durumu hakkında bir daha asla resmî açıklama yapılmadı.

Britanya’nın çocuklara gösterdiği ayrıcalık ve Türkiye’nin reddi

Gelişmeler devam ederken, oluşan kamuoyuyla birlikte en azından çocukların tahliyesi gündeme geldi. Britanya ile Türkiye arasında gerçekleşen diplomasi trafiğinden sonra yaşları 11 ile 16 yaşlarında değişen 28 çocuğun Filistin’e gitmesi için özel izin verilebileceği kararı çıktı. Bu kararın alınmasında Simon Brod ve Rifat Karako’nun çabaları etkili oldu. Fakat ne acıdır ki; Türkiye alınan bu kararı bile “Almanya’nın tehditleri üzerine” uygulayamadı.

"Yerli Schindler" Simon Brod ve Rifat Karako’nun çabaları

Simon Brod, sağda

Çocukların olası kurtarılma kararında etkili olan ve daha önce birçok Yahudi Mülteci’nin hayata tutunmasını sağlayan, gösterdiği çabalar ile Oskar Schindler’e benzetilen Simon Brod; Türkiye Yahudi Cemaatleri’nin önderlerindendi ve birçok önemli görevi üstlenmişti.

Rifat Karako da yine tıpkı Brod gibi Yahudi Mülteciler’in transit geçişlerini organize eden ve onların hayatta kalmasını sağlayan önemli isimlerden biriydi.

Kıyıdan dua eden Müslümanlar ve Struma’ya gıda yardımları

Yaşanan gelişmelerle birlikte Struma tam 9 hafta (63 gün) demir atmış bir şekilde bekledi. Süreç o kadar katı işliyordu ki, Türkiye Struma’ya bir süre gıda ve ilaç yardımı konusunda bile kararsız kaldı. Türkiye; Brod - Karako ve Britanya arasında yapılan görüşmelerden sonra Struma’ya gıda ve ilaç gibi insani gereksinimlerin ulaştırılması kararını aldı. Yardımları Türkiye Cumhuriyeti adına Kızılay ve Yahudi Toplumu adına da Simon Brod ve Rifat Karako üstlendi. Yardımları insanlara, Struma’ya çıkmak için özel izin alan Brod ve Karako ulaştırdı. Gıda yardımından önce insanlara günlük olarak sadece birer portakal ve birer avuç fıstık ile şeker verildiği açıklandı. Yardımlar sayesinde insanlar artık sıcak yemek tüketip, ilaç kullanabilir olmuştu.

Struma, çaresiz bir şekilde beklerken; dönemin belgelerinde Müslüman halkın, karadan dua etmek haricinde bir şey yapamadığı da yazıyordu.

Türkiye siyasi baskılara daha fazla dayanamadı ve Struma’yı kara sularından çekti

Kılavuz gemi kaptanının açıklaması

Olayın içindeki devletler ile bir çıkış yolu arayan Türkiye, çözüm bulamadığı için Struma’yı 23 Şubat 1942’de kılavuz gemi yardımıyla Şile açıklarına çekmek zorunda kaldı ve ardından burada motorsuz bir şekilde Struma’yı kaderine terk etti. Burada bir süre sürüklenen Struma (sürüklenme sebebi resmî olarak belli olmadığı için buraya iddialar kısmında değindik); bir gün sonra, 24 Şubat sabahı devasa bir patlama sonucunda battı.

Hırçın mavilik, masumiyet kırmızısına büründü...

Patlama sonucunda 103’ü çocuk olmak üzere toplamda 795 kişi yaşamını yitirdi. David Stoilar isimli bir yolcu ve Ivanov Diko (geminin ikinci kaptanı) mucizevi şekilde yaralı olarak kurtulmuştu. Fakat patlamadan sonra bölgeye yardım gelene kadar Diko ve Stoilar başlarının çaresine bakmak zorunda kaldı. Soğuktan da etkilenen Diko, daha fazla dayanamayarak tutunduğu tahta parçasını bıraktı ve akıntıya karıştı. Stoilar ise çaresiz bekleyişin ardından bu vahşeti kaldıramadı. Soğuktan donmak üzereyken bileklerini keserek intihar etmeye kalkıştı ama donmuş elleri bıçağı bile tutamadı. Bu esnada Stoilar 12 kişilik (evet 12 kişi) Türkiye’ye ait bir arama- kurtarma “sandalı” ile kurtarıldı.

Her ne kadar kulağa şu an garip gelse de Stoilar, tedavisi tamamlandıktan sonra Türkiye'ye izinsiz(?) giriş yaptığı için 6 hafta hapis yatmak zorunda kaldı. Ardından Filistin'deki protestolar ve Brod'un girişimleri ile özgürlüğüne kavuşan Stoilar; Britanya'nın izniyle trenle Filistin'e geçti.

Tarihe geçen bu facianın ardından birçok gelişme yaşandı. İşte iddiaları ve gerçekleriyle Struma Faciası’nın ardından yaşananlar:

Facianın ardından Filistin'den suikast haberi geldi

Harold MacMichael

Filistin’deki Yahudi toplumu, Struma Faciası’ndan baş sorumlu olarak Britanya’yı tuttu. Facianın öfkesiyle LEHI (Filistin’deki Britanya mandasına karşı Yahudi gençlerden oluşan bir örgüt), Britanya’nın bölgeye tayin ettiği yönetici Harold MacMichael’e suikast düzenleyerek infaz etti.

Struma’nın resmî olarak nasıl patladığı yıllar sonra ortaya çıktı

Çankaya'nın vurulma haberini yayımlayan gazete haberi

Olayın ardından uzunca bir süre “Struma’nın nasıl patladığının” cevabı arandı. 1960 yılında Sovyet Arşivleri’nden çıkan bir belgede ise bu soru resmi olarak aydınlatılmış oldu.

Sovyet Belgesi’ne göre Sovyet denizaltısı “Shch-213”, Karadeniz’deki tüm tarafsız ve Nazi Almanyası taraftarı gemileri sorgu sualsiz vurma emri almıştı. Hatta aynı denizaltı, aynı gün Türkiye’ye ait Çankaya isimli kargo gemisini de batırmıştı. Sovyet Arşivleri’nde Struma’ya ait acı ama bir o kadar gerçek şu not düşülmüştü:

24 Şubat 1942 sabahı Teğmen Denejko ve Siyasi Komiser Rodimatzav komutasındaki Shch-213 denizaltısı, 7 bin ton ağırlığında ve korumasız vaziyetteki düşman gemisi Struma'ya rastladı. Denizaltıdan 1118 metreden atılan torpido hedefini vurdu ve gemiyi batırdı. Harekât sırasında Astsubay Başçavuş Çernov, takım komutanı Çavuş Nusov ve torpido operatörü Er Filtov üstün cesaret örneği sergilemişlerdir.

Kıyı emniyetinin yolcuları darp ettiği iddiası

Bazı iddialara göre Struma yolcuları, çaresiz beklerken; yatak çarşaflarına imkânları dahilinde büyük harflerle “BİZLERİ KURTARIN” yazmıştı. Bu olay üzerine 200 kadar kıyı polisi, gemiye çıkarak yolcuları darp etmiş ve çarşafları toplamıştır. İddialara göre geminin artık gitme vaktinin geldiği kararı bu süreçte alınmıştı. Struma, kılavuz gemi yardımıyla Şile açıklarına çekilirken, Struma’ya bir kez daha çarşaflar asıldı, bu kez çarşaflarda “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, kurtarın bizleri” yazılmıştı. Bu son çırpınış da maalesef fayda etmedi.

İshak Alaton’un Türkiye hakkında yaptığı açıklamalar

İshak Alaton

Türkiye’deki Yahudi toplumunun önemli temsilcilerinden biri olan İshak Alaton (Alarko Holding’in de kurucusu)’un, Struma Faciası hakkında birkaç söylemi mevcuttur. Struma Faciası’nın yaşandığı dönemde 15 yaşında olan ve Brod’un her daim yanında olan Alaton; “Kızılay’ın Struma’ya yaptığı yardımların temsilî düzeyde ve yetersiz olduğunu; esas yardımı Brod ve Karako’nun önderliğindeki grubun yaptığını” açıklamıştır.

Yine aynı röportajda Alaton; Türk yetkililerin Struma’yı çektikten sonra halatları kestiğini ve Struma’yı ölüme gönderdiğini de açıklamıştır. Alaton’a göre Türkiye’nin bunu yapmasının ardında diğer devletlerden gelen yoğun baskılara çare bulamaması vardı. Alaton ayrıca, yolculara polis müdahalesinden de bahsetmiştir.

Death on the Black Sea’de geçen bir anekdot

Faciadan bahseden bir gazete

Struma ile ilgili bir araştırma kitabı (Death on the Black Sea) yayımlayan Douglas Frantz ve Catherine Collins; bu faciadan ötürü Britanya, Sovyet Rusya ve Türkiye’nin de en az Almanya ve Romanya kadar suçlu ve ellerinin kanlı olduğunu yazmıştır.

Faciadan kurtulan tek kişi olan Stoilar’ın açıklamaları

Stoilar'ın bilet ve kimlik bilgileri

İsrailli gazeteci Malkin ve olaydan sağ kurtulan Stoilar’a göre Sovyet raporları doğruları söylemiyor. Çünkü Stoilar’ın ifadesindeki patlama vakti ile Sovyet Belgesi’ndeki raporlar zıt yöndedir. Ayrıca Sovyet raporlarında Struma gemi bandırasının doğru şekilde yazılmadığı da ayrı bir noktadır. Stoilar’ın iddiasına göre Struma, Sovyet saldırısından sağ kurtulmuştur. Stoilar’ın anlattıklarına göre; “köhne bir gemi olan Struma’ya Sovyetler’den yapılan ilk atış isabetsiz olmuş; ikinci atış sırasında radara başka bir gemi takılmış ve Sovyetler bu geminin peşine düşmüştür. Bu başarısız saldırının ardından Türk hücum botlarından ateş edilmiş ve Struma bu şekilde patlamıştır.”.

Dönemin Başbakanı Refik Saydam’ın Struma Faciası’ndan sonra yaptığı ilk açıklama

Refik Saydam'ın Anadolu Ajansı'na verdiği beyanat

Dönemin Başbakanı Refik Saydam, patlamanın ardından:

Biz bu hususta elimizden gelen her şeyi yaptık. Maddî, manevî en ufak mesuliyetimiz yoktur. Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara meclâ olamaz. Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten İstanbul’da alıkoyamadık.” şeklinde bir açıklama yapmıştır.

Seyahat acentesi, bu faciadan ötürü yargılandı ama...

Stoilar'ın "Bizi Türkler vurdu" açıklamasını haber olarak yayımlayan bir gazete

Struma Faciası’nda yaşamlarını kaybeden yolculara Queen Marry gemisi yerine, bu vasıfsız gemiyi tahsis eden kişilere daha sonra dava açılsa da, gemi vurularak imha edildiği için seyahat acentesi yöneticileri hakkında beraat kararı verildi.

Geç de olsa Türkiye Cumhuriyeti, Struma Faciası’nı resmî olarak andı

Ömer Çelik, Türkiye Cumhuriyeti adına anma töreninde denize çelenk bırakıyor

Türkiye Cumhuriyeti, bu acı olayın ardından ilk resmî anma törenini, faciadan 73 yıl sonra, 2015 yılında gerçekleştirdi. Bu anma töreninde Türkiye Cumhuriyeti adına taziye konuşmasını dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik gerçekleştirdi.

Özel Teşekkür

İsrail'de bulunan bir Struma Anıtı

Keşke yaşanmasaydı dediğimiz bu insanlık dramını ölümsüz bir esere dönüştürerek “Serenad” ile genç kuşaklara aktaran Zülfü Livaneli’ye teşekkürü bir borç bilmekteyiz.

Şüphesiz, bizlerin payına düşen, bu acı olayı unutmayıp; tarihten ders ve dersler çıkarmak. Bu uzun ve hüzünlü hikâyemizi; sadece Serenad’ı okumuş olan takipçilerimizin anlayabileceği bir söz ile tamamlamak istedik.

İmza: En büyük ajan, Max

Not: Faciada hayatını kaybeden kişilerin detaylı kimlik bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynaklar: 1 / 2 / 3 / 4 / 5 / 6 / 7 / 8 / 9 / 10 / 11 / 12 / 13 / 14 / 15 / 16 / 17 / 18 / 19 / 20 / 21 / 22 / 23 / 24 / 25 /