1994 yılında Karadeniz'de, Sakarya açıklarında batık bir denizaltı bulundu. Yürütülen çalışmalarla bu denizaltısının İkinci Dünya Savaşı sırasında Barbarossa Harekâtı kapsamında Hitler tarafından Karadeniz'e gönderilen denizaltılarından U-20 isimli denizaltı olduğu tespit edildi. Bu denizaltı dışında yine Karadeniz'de civar bölgelerde bulunan iki batık denizaltının daha olduğu biliniyordu.
Sularımızda öylece yatan bu denizaltı, 2016 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın desteklediği bir proje kapsamında seçilerek incelemelere tabi tutuldu. Balıkçıların sulara bıraktığı hayalet ağlarla kaplanmış durumda olan denizaltı, temizlenerek dalış turizmine kazandırıldı.
Peki yıllardır Karadeniz'de yatan bu denizaltı, Türkiye'nin dahil olmadığı bir savaş devam ederken nasıl oldu da Karadeniz'e geldi, neden sularımızda kendi mürettebatı tarafından batırıldı, ardından o mürettebata ne oldu?
Hitler, Karadeniz'e Boğazlar'dan girebilmek için her yolu denedi…
İkinci Dünya Savaşı'nın ve dünya tarihinin en geniş çaplı askeri harekâtı olarak bilinen Barbarossa Harekâtı, Hitler'in Nazi Almanyasının Sovyetler'i işgal etme planının en önemli parçası olarak başlatıldı. Hitler için hayati bir önemi olan bu harekâtın temel amacı Kırım'ın işgal edilmesi ve buradaki Sovyet hava üslerinin ele geçirilmesiydi. Böylece Sovyetler'in hava üstünlüğü sonlandırılacaktı.
Karadeniz' girmenin en pratik yolu Boğazlar'dan geçmekti. Ancak Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sırasında tarafsız kalarak savaşa katılmamıştı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi kapsamında savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesine izin vermiyordu. Bu da Hitler'i, denizaltılarını Karadeniz'e sokmak için farklı yollar aramaya itti.
İlk olarak Almanya'nın Türkiye'ye sattığı 'Ay Sınıfı' olarak bilinen denizaltılarından iki tanesi olan 'Atılay' ve 'Saldıray'ı geri satın almayı teklif ettiler. Ancak bu talep Türkiye tarafından kabul edilmedi. Böyle olunca, Hitler Almanyası, henüz Türkiye'ye teslim edilmemiş olan ve Almanya'da inşası devam eden 'Batıray' ve 'Yıldıray'a el koyarak ülkemize teslim etmeme kararı aldılar.
Satın alma teklifinin reddedilmesi sonrası Almanya, Hitler'in emriyle Türkiye'ye bir başka teklifte bulundu. Denizaltılarının ve torpidobotlarının Boğazlar'dan geçmesine izin verilmesi karşlığında Türkiye'ye 150.000.000 RM (Reichsmark/İmparatorluk Markı) değerinde askerî teçhizat bedelsiz verilecekti. Ancak Türkiye, bu teklifi de reddetti.
Karadan yürütülen denizaltılar…
Türkiye kontrolündeki boğazlar üzerinden Karadeniz'e girmenin mümkün olmadığını anlayan Hitler, farklı stratejiler geliştirmeye başladı. Bu stratejiler kapsamında U sınıfı altı denizaltı, parçalar halinde karadan yürütülerek Tuna Nehri'ne taşındı ve ardından Karadeniz'e indirildi.
Böylece Hitler, Sovyetler'in hava üstünlüğünü bitirme ve Sovyetler'i işgal etme planının en büyük adımlarından birini atmış oldu. Ancak işler hiç de planlandığı gibi gitmedi.
Yaklaşık iki yıl boyunca Karadeniz'de pek çok operasyon gerçekleştiren ve onlarca gemiyi batıran denizaltılarının kaderi, Romanya'nın Müttefik Devletler safına geçerek Almanya'ya savaş açması ve içlerinden üç tanesinin (U-9, U-18, U-24) Sovyet Donanması tarafından batırılmasıyla değişti.
Kalan üç denizaltısını kendi mürettebatları Türkiye kıyılarında batırdı…
Karadeniz'den çıkış olmadığını, savaşın yön değiştirdiğini ve Boğazlar'dan da kaçamayacaklarını anlayan kalan üç denizaltı, durumu bildirdi. Almanya hükûmeti ise önce Ankara'ya tekrar bir teklifte bulunarak sağlam kalan denizaltıları Türkiye Cumhuriyeti'ne vermeyi ve karşılığında da mürettebatın Ege Adaları'ndaki Alman Birlikleri'ne katılmalarına müsade edilmesini istedi. Ancak Ankara hükûmeti bunu kabul etmedi. Bu gelişme sonrası çıkışları olmadığını fark eden Hitler Almanyası, denizaltıların Türkiye kıyılarında kendi mürettebatlarınca batırılmasını ve mürettebatın da Türkiye kıyılarına çıkmasını emretti.
Böylece askerler iki denizaltıyı bir bölgede, bir denizaltıyı bir başka bölgede batırarak karaya hareket etti. Amaçları ise önce Marmara Denizi kıyılarına vararak terk edilmiş bir tekne bulmak ve ardından da Akdeniz'e inmekti. Ancak karada ilerlerken çevre halkı tarafından tespit edilerek Türk yetkililere teslim edildiler. Ardından 1946 yılının sonuna kadar 'zorunlu misafirlikleri' devam etti.
Alman askerlerin 'zorunlu misafirlikleri' sancılı bir süreçti
[VIAIMAGE][IMAGE:/images/editor/default/0003/75/b8c4c7ba85e79f8022f9083c2173580966d5f7de.jpeg][/IMAGE][VIA:Beyşehir kampı komutanı binbaşı Naci Erda, sivil giyimli Alman askerleri ile][/VIA][/VIAIMAGE]
Türkiye savaş süresince oldukça fazla sayıda mülteci ağırladı. Mülteci kavramı özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası çok konuşulmuş, kimlere mülteci deneceği de tartışma konusu olmuştu.
Türkiye ise bu konuda kendi tanımını yaparak 14 Haziran 1934 tarihinde, 2510 sayılı İskân Kanunu’nun 3. maddesi ile bir çözüm üretti ve ''Türk devletinin sınırları içerisinde iskân maksadıyla değil, bir zorunluluk hali ile geçici olarak sığınanlara mülteci denir.'' ifadelerine yer verdi. Yani Alman askerler de Türkiye'de mülteci konumundaydı. Ancak aynı zamanda 'enterne' yani gözaltındalardı.
4 subay ve 32 askerden oluşan denizaltı ekibi, Beyşehir'de bulunan mülteci kampına gönderildi. Kampa aynı zamanda savaştan kaçan ve Türkiye'ye sığınan farklı Alman askerleri de gelince oldukça kalabalık bir kamp ortamı oluştu. Ancak Türkiye yetkilileri askerlerin kampa yerleşmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda hızlı kararlar alarak 'zorunlu misafirleri' kısa sürede ortama adapte ettiler. Oluşan yemek ihtiyacının hızlı karşılanması için mutfakta çalışabileceğini ifade eden Alman askerleri kampın mutfak ekibine dahil oldu.
[VIAIMAGE][IMAGE:/images/editor/default/0003/75/463c2b45eee00feb468b3d6bc04773025c8669d8.jpeg][/IMAGE][VIA:Sivil giyimli Alman askerleri Beyşehir'de][/VIA][/VIAIMAGE]
Alman askerler kampta ve çevresinde sivil kıyafetlerle geziyor, üniformalarını giymelerine izin verilmiyordu. Ayrıca Führer selamı gibi simgesel şeyler de yasaklanmış durumdaydı.
Kampa gelmelerinden birkaç gün sonra Alman subayları, kampın genel durumuna ve eksiklerine dair yorumlarını ve taleplerini bir rapor haline getirerek kamp komutanı Binbaşı Naci Erda'ya sundular ve eksiklerin giderilmesini talep ettiler.
Oldukça 'sıra dışı' olan bu talebe karşın Alman askerlerinin eksikleriyle ilgilenmek yönünde Ankara'dan emir alan Erda, gerekli iyileştirmelerin yapılacağını bildirdi. Ancak dönemin durumunu aktaran yazılarda, kampta zaman zaman 'psikolojik üstünlük' sağlamak için yaşanan gerilimlerin olduğu ve Erda'nın attığı bazı akıllıca adımlarla bunların önüne geçtiği de söyleniyor.
Fakat ne kadar gerilim olmuş olursa olsun, bu süreçte hem Naci Erda ve Türk kamp personelinin yaklaşımları hem de Alman askerlerin hem kamp için hem de Beyşehir için attığı bazı adımlar, sürecin sorunsuz tamamlanmasını sağladı.
Örneğin Alman askeri personeli, İkinci Dünya Savaşı öncesi Alman mühendisler tarafından inşa edilen ancak arıza sebebiyle çalışmaz durumda olan hidroelektrik santralini onararak şehrin enerji ihtiyacının giderilmesini sağladı. Bu gibi adımlar sayesinde hem Türk askeri personelinin yaklaşımı hem de çevre halkının yaklaşımı Alman askerlere karşı daha kabul görebildikleri bir hale geldi. Bir süre sonra Alman denizaltı mürettebatından 33 asker bir araya gelerek bir dersane kurdular ve burada Türkçe eğitimi yaptılar.
Bir süre sonra durumlar epey değişti
Beyşehir, o dönemlerde Beyşehir Gölü'nün etrafında kurulmuş küçük ve fakir bir yerleşim yeriydi. Kamp yerlerinin yakınındaki sulak alanlar sebebiyle sıtma salgınları yaşanıyordu. Ayrıca zaman geçtikçe ve Beyşehir'de yazın sıtma, kışın ise karlar altında kalan kampta yaşanan zorluklar, bir süre sonra yeniden gerilimlerin yaşanmasına neden oldu. Aynı zamanda yaşanan mali sorunlar yemek sorununa dönüştü ve bu sorunlar bir süre boyunca giderilemedi.
Savaşın sonu yaklaşırken Türkiye'nin fiilen olmasa da sembolik olarak Müttefik Devletler'in yanında savaşa dahil olması sonrası Alman askerlerin ellerindeki pek çok hak da alındı. Verilen maaşlarda kesintiye gidilmesi, radyo dinlenmesinin önüne geçilmesi gibi adımlar atıldı. Ardından da askerler Türkiye artık savaşın göstermelik de olsa bir parçası olduğu için savaş esiri konumuna getirildi.
Alman askerleri tıpkı Beyşehir'de olduğu gibi burada da yerel halkla ve çevreyle iletişimlerini güçlendirirken bazı kısıtlamalar ve yasaklarsa devam ediyordu. Takip eden süreçte ise artık savaş sonuçlandı, Hitler artık başkomutan değildi, Nazi Almanyası teslim olmuştu.
Hal böyle olunca da Alman askerleri Mart 1946 - Temmuz 1946 tarihleri arasında devam eden süreçlerin tamamlanmasıyla 'zorunlu misafirliklerini' bitirmek durumunda kaldılar. Ancak askerler, savaş esiri oldukları için kendi ülkelerine gönderilmeyerek galip tarafta yer alan Amerikan askeri birliklerine teslim edildiler.
Gitmeden, bulunan denizaltının birkaç görüntüsü daha;
Kaynaklar: Türkiye Kültür Portalı, Prof. Dr. Ahmet Erkan Kıdeyş & Tahsin Ceylan, Dr. Umut Karadoğan, Prof Dr. Hüseyin Muşmal & Hasret Gümüş