2020’de 6.9 şiddetindeki İzmir depremi de, bu anlamda birçok çocuğu “depremin simgesi” haline getirmiş durumda. Elif, Ayda ve Günay bu çocuklardan yalnızca birkaçı. Bu çocukların enkaz altından çıkarılış anları hatta hastane görüntüleri bile her yerde bulunmakta.
Şüphesiz geçtiğimiz günlerdeki Kahramanmaraş felaketinin de buna benzer simgeleri ortaya çıkacak. Çocuklara ait bu görseller “mucize”, “umut”, “hayata tutunmak” gibi kavramlarla yansıtılıyor ancak bu ne kadar doğru bir yaklaşım? Bu paylaşımları yaparken sadece çocukları mı düşünüyoruz?
Sosyal medyada ya da haberlerde herhangi bir çocuğun başına olumsuz bir şey geldiğini gördüğümüzde öfke ve üzüntü ile karışık duygular hissederiz.
Genellikle bu duyguların etkisi ile bu çocukların görsellerini sosyal medyada paylaşırız ve hissettiğimiz duyguları karşı tarafa bu şekilde yansıtmaya çalışırız. Bu davranışımızın ilk etapta olumsuz bir şey olduğunu düşünmemekle kalmayıp, bu görselleri paylaştığımız için çoğunlukla o çocuğun ya da ailesinin acısına ortak olduğumuzu zannederiz.
Fakat duygu ve hislerimizi bu şekilde aktarmaya çalışmak, çocukları korumaya ya da onların yaşadığı olumsuzlukları düzeltmek için yeterli değildir. Aksine, bu davranışla o çocuğun haklarını ihlal etmiş oluyoruz.
Özellikle deprem esnalarında, içten içe “umut” ve “mucize” adı altındaki kavramlara tutunuyoruz. Enkaz altından çıkarılan bir can bile hepimiz için çok kıymetli olduğundan, en masum duygularımızla bu olumlu gelişmeyi paylaşmak, duyurmak istiyoruz.
Ancak kendimizi iyi hissetmek için, bu çocukların kurtuluş anlarına izleyerek tanık olmak, paylaşmak ya da yaygınlaştırmak bir bakıma onları araçsallaştırmak oluyor.
Yalnızca afet, savaş ya da kaza gibi zamanlarla kalmayıp çocukların gündelik hayatında da onlara ait fotoğrafların çekilmesi ve dağıtılması çocukların onayına tabidir. 18 yaşın altındaki her çocuğa ait görüntülerin medya araçları vasıtasıyla paylaşılması, çocuğun ve ailesinin açık onayını gerektirir.
Zor bir durumla mücadele eden çocuğun acısına dikkat çekmek, onların fotoğraflarını paylaşmadan da mümkündür.
Kimi zaman empati duygumuzun da vermiş olduğu hislerle küçük çocukları “mağdur”, “masum” ya da “korunmaya muhtaç” kavramlarıyla bir bakıma yüceltmenin aksine küçük düşürüyoruz. Ebeveyn veya onlardan yaşça büyük oluşumuz, bu çocukların kararları, seçimleri ve bedenlerinde söz hakkımız olduğunu düşündürtse de bu oldukça yanlış bir yaklaşım.
Ülkemizde ara ara meydana gelen ve doğurduğu sonuçlarla bizi oldukça fazla yasa boğan deprem anlarında ise bu çocuk görsellerinin paylaşılıp yayılması, onların mahremiyet hakkını ihlal etmekten başka hiçbir işe yaramıyor.
Hem yetişkinler hem de çocuklar için bu fotoğrafları görmek, insan psikolojisinde travma edici etkilere sahip. Bu görsellerle karşılaştığımızda korku, keder, acı ve üzüntü gibi duyguların esiri haline geliyoruz. Bu çocuklar büyüse de ve aradan epey zaman geçse de, kendilerine ait görsellerin birçok yerde bulunmasından, her daim bu felaketlerle anılıyorlar. Bunun yanında bu yaşanmışlıklar, onların hayatlarında kalıcı olumsuz etkilere sebep olup iz bırakıyor.
Yine çocukların fotoğraflarına tanık olmak ve onları yaygınlaştırmak, kalıcı bir çözüm getirmekten ziyade bizlerde çaresizlik hissinin ön plana çıkmasına neden olabiliyor.
Çocuk Psikiyatrisi Doç Dr. Serhat Nasıroğlu bu konu hakkındaki görüşlerini şu cümlelerle ifade ediyor:
“Sizin için belki yıllar sonra hatırlamadığınız bir görsel, o çocuk için sürekli karşısına çıkacak ve yaşadığı o travmatik anıyı ona sürekli hatırlatacak bir tetikleyici unsur olacak. Bu kareleri paylaşmadan önce çocukların ruh sağlığının daha sonra olumsuz etkilenebileceğini düşünerek, daha hassas davranılmalı ve paylaşılmamalı diye düşünüyorum.”
Sosyal medyanın yanı sıra haberlerde görülen birkaç dakikalık görsel veya video, o çocuğun tüm hayatını etkiliyor.
Bizler ilk etapta düşünemesek de, bu görsellerin yayınlanması ailenin psikolojisini derinden sarsabiliyor. Bu sebeple aileden izin alınmadan çocuğun fotoğraflarının paylaşılması, ailenin de kişisel haklarının ihlaline sebebiyet veriyor.
Belki saatlerce hatta günlerce enkaz altında kalmış olan çocuk, kendi fotoğraflarını gördüğünde başta travma sonrası stres bozukluğu olmak üzere birçok psikolojik rahatsızlık yaşayabilir. Aynı zamanda bu görsellerin varlığı, diğer hastalıkların tetikleyicisi haline de gelebilir.
Sadece depreme ya da enkazlara maruz kalanlar değil, bu görüntüleri evinde masum ve hiçbir şeyden habersiz bir şekilde izleyen çocuklar da bu durumdan etkilenebilir ve onlarda da çeşitli kaygı problemleri ortaya çıkabilir.
En iyi yapabildiğimiz şeylerden biri olan empati duygumuzu, tam da bu bakış açısıyla şekillendirmemiz ve enkaz altından çıkarılan çocuk fotoğraflarını paylaşmadan önce kendimize bu soruları sormamız gerekiyor.
- Enkaz altından çıkarılan çocukların fotoğraflarını paylaşmak konuyla ilgili ne fayda sağlıyor?
- Daha önce böyle bir deneyim yaşamış olan kişiler, bu fotoğrafları gördüğünde neler hisseder?
- Bu kişiler, yaralarını sarmaya ve yaşamlarına devam etmeye başladıklarında görsellerin halen dolaşımda olması onlara ne hissettirecek?
- Bu fotoğrafları herkesin görmesi çocukların kendi kararı mı, onların tercihi olsa bile çocukların riske açık hale gelmesine alan mı açmalıyız?