Kızılay'ın 155 yıllık yolculuğunu bu birkaç cümle ile özetlemek mümkün. Ancak ülkemizin en değerli ve hayatî kurumlarından birini ne kadar yakından tanır; temel gayesini ne kadar iyi anlayıp hatırlarsak, o kadar fazla insanın hayatı kurtulacak.
Bu sebeple kısa bir yolculuğa çıkıp, milyonlarca insana can olan Kızılay'ın geçmişten günümüze hikayesine göz atacağız.
Takvimler 11 Haziran 1868'i gösterirken, üç hekim ve bir üst rütbeli asker tarafından ''Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti'' kuruldu;
Kızılay, ilk olarak 1863'te Cenevre'de Henry Dunant tarafından kurulan ve 'Uluslararası Yaralılara Yardım Komitesi' ismiyle yola çıkan, ardından Uluslararası Kızılhaç Komitesi ismini alan kuruluşun bir parçası. Bu komite, yedi temel ilke etrafında toplanan ve günümüzde dünyanın her yerinde varlığını devam ettiren bir oluşum.
Yedi temel ilke ise şunlar;
- İnsanlık
- Ayrım gözetmemek
- Tarafsızlık
- Bağımsızlık
- Hayır kurumu niteliği
- Birlik
- Evrensellik
1864 yılında 12 devletin Cenevre Sözleşmesi'ni imzalayarak bir parçası haline geldiği komiteye Osmanlı Devleti ise 1865 yılında katıldı. Sözleşmeyi imzalayan devletler, kendi ülkelerinde olası bir savaş sırasında yaralanan ya da hastalanan askerlere taraf gözetmeksizin tıbbi yardım için dernekler kurmayı kabul ediyordu. Osmanlı Devleti'nde de bu doğrultuda 1868'de Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti kuruldu.
Yola savaş alanında yaralanan ya da hastalanan askerlere ayrım gözetmeksizin yardım etmek amacıyla çıkan Kızılay, 1877'de ''Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'' ismini aldı ve 1877-78 yıllarında Osmanlı ile Rusya arasında gerçekleşen 93 Harbi sırasında etkin olarak görev aldı.
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, amblem olarak 'kızıl bir haç' kullanmak istemiyordu. 93 Harbi sırasında ilk kez Kızılay amblemi kullanılmaya başlandı;
Savaş sırasında ambulans ve yardım malzemelerinde bulunan kızıl haç sembolünü kullanmak istemediklerini söyleyen Osmanlı Devleti, İsviçre'ye bilgi vererek kızıl ay sembolü kullanacaklarını bildirdi.
Savaş döneminde geçici süreyle kabul edilen bu değişim, 1907 yılında sürekli olacak şekilde kabul edildi. Kızıl ay sembolünün resmî olarak tanınması ise 1929 yılında gerçekleşti.
Meşrutiyet’in ilanı, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'nin faaliyet alanını genişletti;
Osmanlı'da Meşrutiyet’in ilanı da Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'nin çalışma alanını ve aldığı destekleri büyütmüştü. Bu süreçte Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, yangın, kıtlık gibi olaylarda da halka destek sunmaya başlamıştı. Zamanla bu adımlar tüm doğal afet ve felaketlerde Kızılay'ın görev almasını sağladı.
II. Meşrutiyet'in ilanından sonra kadınlar da sürece dahil oldu. Önce üst kademe devlet yetkililerinin eşleri Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'ne üye oldu, ardından kadınların cephelerin gerisinde ve sivil halka yardım edebilmesi için hasta bakıcılık kurslarının verilmesi gibi adımlar atıldı. Bu süreçte Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Heyet-i Merkeziyesi kuruldu.
I. Dünya Savaşı, Kızılay ve Kızılhaç dernekleri için kritik gelişmelere sahne oldu;
Dünya savaşı patlak verdiğinde, bu durum Uluslararası Kızılhaç Komisyonu'nun görev alanının değişmesine ve genişlemesine neden oldu. Artık bu gönüllü komite ve ona bağlı uluslararası dernekler yaralı ve hasta askerlerin yanı sıra savaş esirlerinin durumuyla, savaştan etkilenen sivillerle de ilgilenmeye başladı.
Ayrıca I. Dünya Savaşı'nda yaşanan olaylar, Kızılay ve Kızılhaç derneklerinin birlikte çalışmasının ve koordine olabilmesinin önemini göstermişti. Bu sebeple 1919 yılında Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu kuruldu.
Milli Mücadele döneminde Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'nin etkisi büyürken, cemiyeti kapatmak ve faaliyetlerini sonlandırmak isteyenler de oldu;
Milli Mücadele yıllarında Hilâl-i Ahmer Cemiyeti yurdun dört bir yanında savaştan etkilenen askerlere ve sivil halka destek veriyordu. Ancak İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri, savaşta etkin faaliyet gösteren cemiyetin kapatılması için uğraş verdi. Bu süreçte cemiyetin merkezlerine ve hizmet verdikleri yerlere baskınlar düzenlendi, faaliyetleri engellenmeye çalışıldı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da meclis kurulduktan sonra, cemiyet tüm süreçlerini Ankara'dan yönetmeye başladı. Devam eden süreçte Hilâl-i Ahmer Cemiyeti hem İstanbul-Ankara ayrılığı ve kaynakların bölünmesi, hem de Anadolu'nun büyük bölümünün işgal altında olması sebebiyle büyük zorluklar yaşadı.
Zorluklarla mücadele etmek için heyetlerin sayısı da bu dönemde arttı. Doktorlar, memurlar ve hasta bakıcılardan oluşan heyetler, aşhaneler ve dispanserler açtılar. Hastanelere destek oldular. Bir an önce üretime dönebilmesi için halka pulluk, karasaban, kazma, kürek, tohumluk buğdayla mısır ve ayrıca, çadır dağıttılar.
Cumhuriyetin ilanı sonrası Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Türkiye Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'ne dönüştü
Milli Mücadele dönemi boyunca yürüttüğü çalışmalarla takdir toplayan cemiyet, cumhuriyetin ilanından sonra da destek görmeye devam etti. Mustafa Kemal Atatürk, cemiyete üye olunmasının önemini vurguladığı konuşmalar yaptı; tüm ordu mesnuplarını cemiyete üye olmaya davet etti.
Üye sayısı hızla artan cemiyete Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği destek, cemiyeti de cesaretlendirdi, üye sayısını artırmak ve desteği büyütmek için yeni yöntemler arayan cemiyet Milli Eğitim Bakanlığı'ndan da destek istedi. Böylece yıllar içinde ülkenin dört bir yanına yayılan cemiyet, binlerce üyeye de kavuşmuş oldu.
Atatürk'ün Türkiye Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'ne önemli katkılarından biri de kadın-erkek eşitliğini öne çıkarmak için attığı adımlar oldu;
Mustafa Kemal Atatürk'ün teşvikiyle, kadın erkek eşitliğini ön plan çıkarmak için önemli bir adım atıldı. Hilal-i Ahmer Cemiyeti Kadınlar Teşkilatı kaldırılarak nakit, mal varlıklarının erkekler şubelerine devredilmesine karar verildi.
Kadınlar ayrı bir teşkilatın parçası olmayacak; il velayet heyetlerine üçer kadın seçilecek ve erkekler ile kadınlar süreçte birlikte söz sahibi olacaktı. Bu yönüyle Hilal-i Ahmer Cemiyeti toplumsal bir sorumluluk üstlendi ve Türkiye Cumhuriyeti'nde kadın erkek eşitliğinin öne çıkarılmasında öncü adımlar atmış oldu.
Türkçenin sadeleştirilmesi çalışmalarında da Kızılay öne çıkan bir kurum oldu;
Bu doğrultuda cemiyetin adı 28 Nisan 1935’te Türkiye Kızılay Cemiyeti olarak değiştirildi. Ardından 22 Eylül 1947’de Türkiye Kızılay Derneği olarak tekrar güncellendi.
Kuruluşundan bu yana Kızılay faaliyet alanlarını sürekli geliştirdi ve dünyanın dört bir yanındaki yardıma muhtaç insanlara destek oldu;
Gönüllülük esasıyla ve dernek statüsünde çalışan Kızılay, bu süreçte afet yönetimi, kan hizmetleri, uluslararası yardımlar, ilk yardım ve sağlık hizmetleri gibi pek çok alanda faaliyet göstermeye başladı. Hem Türkiye'de hem de dünyanın dört bir yanında açlık, yoksulluk, savaş gibi felaketlerle boğuşan herkese destek götürmeye devam etti.
150 yıl boyunca dernek statüsünde hizmet veren Kızılay, 2019 yılında Kızılay Yatırım Holding ile 11 farklı şirkete bölündü;
Bu şirketler;
- Kızılay İçecek
- Kızılay Etki Yatırımı
- Kızılay Biyomedikal
- Kızılay Teknoloji
- Kızılay Portföy
- Kızılay Sağlık
- Kızılay Çadır ve Tekstil
- Kızılay Kültür ve Sanat
- Kızılay Sistem Yapı
- Kızılay Bakım
- Kızılay Lojistik
Şirketleşme sürecinde konuyu eleştirenlere ve kurumun neden şirketleştirildiğine dair sorular soranlara verilen ortak cevap ise “Gelişim açısından kısır döngü içerisinde bulunulması ve katma değer imkânı bulunmaması” olarak gösterildi...
Kızılay Başkanı Kerem Kınık, eleştirilere yönelik yaptığı açıklamada ''Kızılay kurulduğu günden bu yana iktisadi faaliyetler yürüttü ve elde ettiği gelirlerle de finansal sürdürülebilirliğini sağladı. 2018 yılına kadar bu Türkiye Dernekler Kanunu çerçevesinde derneğimizin iktisadi teşekkülü halindeydi. Yani Türk Ticaret Kanunu'na tabi olmayan, dernekler kanununa tabi olan bir yapıda sürdürülüyordu. Sonra bizim şirketlerimiz, akarlarımız yatırımlar yaptılar, büyüdüler, fabrikalar açtılar, yeni lokasyonlar kurdular. Artık bu, küçük derneklerin küçük lokaller işletmesi gibi mevzuatta çerçevelenmiş olan dernek iktisadi işletmeleri ile denetlenebilir olmaktan çıktı. Biz devletimize başvurduk, dedik ki biz SPK denetimine girmek istiyoruz, Türk Ticaret Kanunu'na göre hareket etmek istiyoruz, sermaye şirketlerine dönüştürmek istiyoruz, yapıyı daha şeffaf, daha profesyonel ve daha yönetilebilir hale getirmek istiyoruz.” ifadelerine yer verirken bu açıklamalar eleştirileri durdurmaya yetmedi...
Bu süreçte şirketlerin her birine üst yönetim kadroları, CEO'lar atandı. Yönetim kadrolarının aldığı yüksek maaşlar ve 'huzur hakkı' ödemeleri sık sık tartışma yarattı. Son olarak ise 6 Şubat'ta yaşadığımız deprem felaketi sonrası yaşananlar, Kızılay'ın eleştirilerin odağı haline gelmesine neden oldu.
Kurulduğunda varlık amacını ''Kâr amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşu'' olarak açıklayan kurum, gelinen noktada ülkesinin tarihinin en büyük deprem felaketinde derneklere çadır satan bir kuruma dönüştürüldü...
Tartışmalar devam ederken, Kızılay ile yollarını ayıran bazı eski yöneticiler çeşitli açıklamalar yaptı;
BBC'nin yayınladığı bir haberde, eski Kızılay yöneticilerinden gelen cevaplar oldukça dikkat çekici. Öne çıkan maddelerden ilki, çok daha küçük bir yönetim kadrosu ile yönetilebilen süreçlerin, Kızılay'ın şirketleşmesiyle birlikte onlarca müdür, yöneticiler ve CEO gibi kadrolara bölünerek yönetilir hale gelmesi. Bu durum, Kızılay'ın ihtiyaç sahiplerine ayırması gereken kaynakların, maaş olarak verilmesi demek...
Ayrıca yine gelen yanıtlara göre, Kızılay'ın para yönetiminin şeffaf şekilde denetlenmesi bu yeni karmaşık şirketler ağı sebebiyle çok daha zor... Kızılay'ın şirketleşmeden önce hem İçişleri Bakanlığı hem de Dernekler Masası tarafından sıkı bir denetime tabi tutulduğu, ancak şirketleşme ile birlikte Kızılay'ın holding kısmının ve şirketlerin bu denetimlerin dışına çıktığı söyleniyor.
Yine Kızılay şirketleşmeden önce tüm taşınmaz mallarının devlet malı olarak kabul edildiği ve asla satılamaz konumda olduğu; ancak şirketleştikten sonra bu taşınmazların yarısından fazlasının satıldığı da iddia ediliyor.
Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu’nun (IFRC) Türkiye Delegasyonu Başkanı Ruben Cano Revillas ise insani yardımların sürekliliği için şirketler kurulmasının yaygın bir uygulama olduğunu söylüyor...
Yine de...
Yaşanan tüm tartışmalar sonrası Kızılay ciddi bir imaj kaybı yaşadı ve tepki ile karşılaştı. Tepkiler ve eleştiriler her ne kadar kritik noktalara parmak basıyor olsa da, bu durum hastanelerde kan bekleyen binlerce insanımızı, ihtiyaç sahiplerini ve oluşabilecek olası bir başka ulusal felakette zarar görecek insanlarımızı da etkiliyor.
Bu sebeple, sorular sormaya devam ederken, özellikle son dönemde kan stokları tükenme riski ile karşı karşıya olan Kızılay'a kan bağışı yapmamız da son derece önemli... Eğer siz de Kızılay'a kan bağışında bulunmak isterseniz, gerekli şartları incelemek için aşağıdaki içeriğimize göz atabilirsiniz.
Kaynaklar: Türk Kızılayı, Atatürk Ansiklopedisi, Hilâl-i Ahmer'den Kızılay'a, Kızılay Tarih Belge ve Arşiv Yönetim Müdürlüğü