Yolu Türkiye'den de Geçti: "Maymun" Lakabına İnat Son Nefesine Kadar Irkçılığa Karşı Direnen Güçlü Bir Kadının Öyküsü

Josephine Baker, adını tüm dünyaya duyuran bir kadın. Onu tanımlamak için kullanmamız gereken sıfatları seçemeyişimizin sebebi, kendisinin hem dansçı hem oyuncu hem de bir aktivist olmasından kaynaklı. Dolu dolu ve mücadelelerle geçen bu kadının hayatını anlatırken ırkçılık konusunda sembol bir isim olmasının da serüvenini aktaracağız.

Zor yaşam şartlarının Avrupa’ya kadar uzanmasından Fidel Castro ile tanışmasına ve hatta Türkiye’ye gelişine kadar pek çok noktaya değineceğiz. Bu sırada Josephine Baker’ın ırkçılığa karşı nasıl bir mücadele verdiğine de beraber şahit olacağız.

Kendisi hakkında daha önce yazılan yazılara bakarken onu en güzel tanımlayan şu cümleye rastladık: “dünyanın en ışıltılı gülümsemesini üretirken gösteren bir isim.”

Aslında tam adı Freda Josephine McDonald Carson Baker olan bu hanımefendi, 3 Haziran 1906’da ABD’nin Missouri eyaletinde dünyaya gelmiştir.

Henüz çocuk yaşta yaşamın kötü taraflarıyla tanışan Baker, küçük barlarda gösteri yapan anne ve babasıyla hayatını idame ettiriyordu. Babasının onları terk etmesiyle, zor olan yaşam koşulları onun için daha da ağırlaştı.

Çocukluğu yoksulluk içinde geçen Josephine, okulu bırakıp iş hayatına atılmaya karar verdi ve bunların daha kötüsü, henüz ilkokul çağlarındayken iki kısa süreli evlilik yaptı. Çocuk yaşta evlenmesine rağmen ise hiçbir zaman maddi olarak bir erkeğe bağımlı kalmadı.

Annesi, daha sonrasında işsiz bir adamla evlenince zengin ailelerin bebeklerine bakıcılık yapmaya başladı. Siyahi olduğu için hayatı boyunca maruz kaldığı ayrımcılıklar bir kenara dursun, bakıcılık yaptığı yerde de aileler kendisine bebeği öpmemesi gerektiğini sürekli dikte ediyordu.

Tanık olduğu ilk ve son ırkçılık bu da değildi üstelik.

Irkçılıkla 1917 senesinde henüz 11 yaşındayken bir isyan sonucunda 40’a yakın siyahi insanın hayatını kaybetmesiyle tanışmıştı. Ama mücadeleci ruhu hiçbir zaman onu engellemedi.

13 yaşında gerçekleştirdiği ilk evliliğinden hamile kaldı, ancak işler planladığı gibi gitmeyerek kocasının onu terk etmesiyle hamileliği kürtajla sonuçlandı.

İşsiz kaldığı dönemler sokakta dans edip para kazanıyordu. Bir gün Afro-Amerikan tiyatro grubu tarafından keşfedildi.

15 yaşında böylelikle tiyatroyla tanışmış olur ve grupla beraber Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde oyunlar oynarlar, performans sergilerler. Turne devam ederken bu yaşlarda bir evlilik daha yaşar.

Ancak Baker ilerleyen zamanlarda bu eşinden de ayrılacaktır. Maddi olarak hiçbir zaman bir erkeğe bağımlı kalmamayı kendisine prensip edindiği için gitmek istediğinde hep gitmiştir.

Tiyatro turnesi bittiğinde Baker, bir koroda yer almak ister. Ama bu talebi kendisinin “sıska ve siyahi” olduğu gerekçesiyle reddedilir.

[GIPHY:OwRSvmvRcdfBXBYfy0][/GIPHY]

Irkçılıkla tekrar karşı karşıya kalan Baker’a ömrü boyunca “maymun” lakabı takılır. Bu acımasız lakap dışında yine de koroya giren Josephine, artık koro ihtiyaç duyduğunda ekibe dahil oluyor ve şarkılar söyleyebiliyordu.

Sahnede kasti olarak sakarlıklar yapan Baker, seyircilerin hoşlandığını gördüğünde artık bunu daha sık yapmaya başlıyor ve zamanla seyircilerin odağı haline gelmiş bulunuyordu.

1923’te bir gösteriye figüran olarak katılarak New York’a gider. Burada meşhur olan “Chocolate Dandies” gösterisine katılır.

Öz geçmişine baktığımızda dolu dolu bir hayat geçiren bu kadın, daha genç yaştayken onca başarıya imza atmıştır.

1925’te henüz 19 yaşındayken, bir yapımcının teklifi üzerine Paris’e gider. Burada nispeten daha özgür bir ortam bulan Baker, Paris’in göbeğinde bir tiyatro salonunda “La Revue Negre” oyunu ile dikkatleri üzerine çeker.

Özgün ve kendine has dansının yanında giyim tarzıyla da dikkat toplayan genç kadının şöhreti her ülkede gittikçe yayılmaya başlar. Her sektörde bir deneyimi bulunan Josephine Baker, 1930’larda film sektörüne de giriş yapar. Tropik Siren, ZouZou ve Prenses Tam Tam isimli filmlerde yer alarak sinema sektöründe de kendini gösterir.

Gelelim ülkemizle ilişkisine. 1934 yılında Türkiye’ye de yayılan şöhreti üzerine bir teklif doğrultusunda gelir.

İstanbul’da sahne almak için Türkiye’ye gelen bu genç kadına Fikret Adil rehberlik yapar. Ayrıca ülkemizin böyle şeylere pek alışık olmadığı bir zamanda, ilk kez müstehcen fotoğrafı paylaşılan kişi olur kendisi. Bir dergiye çıplak poz verir.

O dönemler İstanbul’da sebebi bilinmeyen bir patlama sonucunda binalar ve evler yıkılmıştır. Hatta bunun üzerine Baker, mağdur olanlara 1000 lira bağış yapabileceğini söyler. Hükûmet de bu bağışı Kızılay aracılığı ile gerçekleştirmesini söylemiştir.

Amerika’ya döndüğünde şöhretinin hiçbir değeri yoktur, çünkü gördüğü muamele yine aynıdır.

[GIPHY:KvKlV1jR5idSYgk10O][/GIPHY]

Avrupa’nın her bir köşesine namı salınan bu yetenekli kadını Amerikan izleyiciler inatla reddeder. Her şeye rağmen mücadelesine devam eden Baker’ı durduran bir şey olmamıştır. Bu sıralarda üçüncü evliliğini de 1937’de yaparak Fransız vatandaşlığına geçmiştir.

II. Dünya Savaşı zamanları… Josephine Baker, savaşta Hür Fransa Ordusu’nu destekler. Afrika ve Orta Doğu birliklerini eğlendirerek gösteri hazırlayan genç kadın, aynı zamanda da bir ajan olarak çalışır ve orduya bilgi toplar.

Yapmış olduğu hizmetlerden ötürü Lothring Nişanı aldığı da söylenir. Dahası 1940’ta Alman işgaline tepki gösterip Fransa üzerinde tek bir Alman askeri kalmayana kadar sahneye çıkmayacağını ifade etmiştir.

Diğerlerine göre nispeten uzun süren 4. evliliğini de 1947’de yapar.

Önceki evliliğinde bir düşük gerçekleştirdiği için çeşitli sorunlar yaşayan Baker’ın biyolojik olarak bir çocuğu olmaz. O da geniş ve değerli bir aile kurmayı tercih etti. Bu ailenin adını ‘Gökkuşağı Kabilesi’ koydu.

Farklı etnik grupların ve dinlerin çocuklarının kardeş olabileceğini kanıtlamak isteyen Josephine, farklı etnik kökenden 12 çocuğu evlat edindi. Kız, erkek, siyah, beyaz, Yahudi, Katolik, Müslüman ayırmadan.

1950’li yıllarda ABD’ye döndüğünde ise Sivil Haklar Hareketi’ne destek verdi. Siyahlar ile beyazları ayıran uygulamaları protesto etti. Bunlarla ilgili eylemlere katıldı, sesini duyurmaktan vazgeçmedi, ayrımcılığa duyduğu öfkeyi dünyaya haykırdı.

1960’larda ABD’de Fidel Castro ile tanışıp konuşma fırsatı da buldu.

1963’te Siyahi İnsanların Gelişmesi İçin Ulusal Birlik’in (NAACP) düzenlediği ve Martin Luther King’in de katıldığı Washington yürüyüşüne üniformasıyla katılım gösterdi.

Irkçılıkla uzun uzun mücadele ile geçen bir hayatın ardından son kez 1975’te 50. sanat yılını Paris’te Bobino Tiyatrosu’nda kutladı. Geceye oyuncu Sophia Loren ve Monaco Prensesi Grace de dahil olmak üzere ünlü isimler katıldı. Ancak bu heyecanlı geceden 4 gün sonra, 12 Nisan 1975’te beyin kanaması sonucu hayata gözlerini yumdu.

Üstelik öldükten sonra da tarih yazan Josephine Baker’ın tabutu, Marie Curie ve Holokost’tan kurtulan Simone Veil de dahil olmak üzere yalnızca beşi kadın olan 80 saygın Fransız figürüne katıldı.

Fransız entelektüellerinin gömüldüğü anıt mezara ilk siyahi kadın olarak böylece imzasını atmış oldu. Irkçılığa ve eşitsizliğe karşı verdiği mücadeleden galip olarak ayrılan Baker, adını da tüm dünyaya duyurarak büyük bir saygının ardından hayat filmine son verdi; ama adı hep bizimle kaldı.

Kaynaklar: Academia, Britannica