Bir ülke yönetmek oldukça zor ve karmaşık bir iştir. Bu nedenle tarih boyunca komutanlar, liderler, siyasetçiler ve filozoflar farklı farklı pek çok yönetim biçimi tasarlamış ve uygulamışlardır. Bunlardan bir tanesi de oligarşidir. Oligarşi aslında diğer yönetim biçimlerinden farklıdır çünkü hiç kimse hadi hepimiz oligark olup ülkeyi ele geçirelim diye ortaya çıkmaz.
Gayet demokratik bir seçimle bile olsa başa gelen kişilerin zaman içinde oligarşi oluşturması yani tüm yönetimi tek bir grubun elinde toplaması durumu tarih boyunca pek çok farklı devlette görülmüştür. Daha da ilginç olan ise bazı teorisyenlere göre oligarşi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Gelin oligarşi nedir biraz daha yakından bakalım ve bugün nasıl bir karşılığı olduğunu görelim.
Öncelikle ne olduğunu iyi anlayalım; Oligarşi nedir?
Dilimize Fransızcadan geçen bir terim olan oligarşi, Yunanca az anlamına gelen oligo ve yönetmek anlamına gelen arkhein kelimelerinin türetilmesiyle oluşturulmuştur. Takım erki, azınlığın iktidarı gibi isimlerle de anılan oligarşi; bir devletin tüm yönetiminin ve buna bağlı organların sayıca az bir grubun elinde bulunduğu yönetim biçimidir.
Nasıl yani, tam olarak oligarşi ne demek?
[GIPHY:2MvPcQqA77u9y][/GIPHY]
Temel tanımı biraz kafa karıştırıcı olabilir çünkü yönetimler zaten oldu olası azınlık bir grubun elinde bulunur ve bu azınlık da ülkeyi yönetir. Ancak oligarşi biçimindeki yönetimde en kaba tabiriyle ağam paşam ilişkisi vardır. Yönetimi elinde bulunduran grup, ortak çıkarları nedeniyle bu yönetimi sahiplenir.
Demokratik bir seçimle meclise sokulmuş parlamenterler birer oligark değildir. Ancak bunların tüm yönetim kadrolarını liyakate göre değil de partilerine, cemaatlerine ya da benzer gruplarına göre dizayn etmeleri oligarşi yönetimidir. Yani iktidarda olan grup tüm yönetimi kendinden olanların eline teslim ediyorsa buyrun size oligarşi.
Oligarşi ile aristokrasi aynı şey mi?
Şöyle bir uzaktan bakınca aslında oligarşinin uzun yıllar uygulanmış ve hala bazı ülkelerde uygulanmakta olan aristokrasi ile aynı yönetim biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak aralarında son derece temel bir fark var; aristokrasi yönetimindeki kişilerin soylu ailelerden gelmeleri gerekir, oligarşide ise böyle bir durum yoktur.
Oligarkları birbirine bağlayan aslında aralarında kurdukları çıkar ilişkisidir. Aynı dinden, mezhepten, milliyetten, ırktan ya da aileden gelmelerine gerek yoktur. Sen benim sırtımı kaşı ben senin sırtını kaşıyayım da bu ülkenin malını bir güzel yiyelim düşüncesinde ortaklaşan herkes, oligarşi yönetiminde yer alır. Tabii bunlar küçük bir grubu oluşturur.
Çıkara dayalı bir yönetim biçimi olan oligarşi nasıl ortaya çıktı?
Açıkçası şu devlet şu tarihte oligarşi yönetimi kurdu gibi bir bilgimiz yok ancak oligarşiden bahseden ilk kişiler elbette şaşırmayacağımız gibi Antik Yunan filozofları Platon ve Arosteles’tir. Her iki filozof da oligarşiyi azınlığın despot yönetimi şeklinde tanımlamış ve aristokrasinin yozlaşmış hali olarak nitelendirmişlerdir.
Girişte de bahsettiğimiz gibi hiçbir iktidar zaten biz oligarkız ve ülkeyi oligarşi ile yönetiyoruz dememiştir ancak uygulanan bu yönetim biçimi tarih boyunca filozoflar tarafından görülmüş ve sık sık eleştiri konusu yapılmıştır. Bu nedenle söyleyebiliriz ki devlet yönetimi denen kavram ortaya çıktığından beri oligarşi vardır ve hatta belki de olmak zorundadır.
Oligarşinin kaçınılmaz olduğunu söyleyen iddialı bir görüş var:
[GIPHY:jC7nYkU9WNtra][/GIPHY]
Oligarşi hakkındaki en detaylı araştırmalardan bir tanesi 1876 - 1936 yılları arasında yaşamış olan Alman sosyolog Robert Michels tarafından yapılmıştır. Yaptığı çalışmalarda oligarşinin tarih boyunca nasıl uygulandığını incelemiş olan Michels, oligarşinin geleceğini de öngörmüş ve Oligarşinin Tunç Yasası olarak adlandırdığı bir teoriyi ortaya atmıştır.
Oligarşinin Tunç Yasasına göre hangi yönetim biçimi uygulanıyor ya da hangi politik sistem yürütülüyor olursa olsun en sonunda yönetim biçimi oligarşiye dönecektir. Çünkü siyasi rakiplerini geri planda tutmak isteyen egemen grup, önemli makam ve mevkileri sınırlayacaktır.
Şaşırtıcı detaylardan bahseden Michels’ın teorisine göre bu sınırlamalar özellikle ekonomiyi ve medyayı elinde bulunduran patronların tekeline bırakılacağı için politik kariyeri olmayan bu kişiler yüzünden ister istemez yönetim oligarşiye dönüşecektir. Oligarşiyi özetlediği şu cümlesi ise son derece vurucu; “Tek bir politik parti vardır, o da hükümet partisidir.”
Tarihte oligarşinin en somut iki örneğini görmek mümkün:
Dünya yakın tarihine iz bırakmış iki önemli devletten biri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, diğeri de Nazi Almanyası’dır. Biri faşizmin, diğeri ise komünizmin kalesi olmuştur ve İkinci Dünya Savaşı bu iki devletin kanlı çatışmalarıyla geçmiştir. Bu iki benzemez devletin ortak noktası ise şaşılacak bir şekilde oligarşidir.
Sovyetler her ne kadar işçilerin yönetimi olarak lanse edilen bir devlet olsa da aslında ülke Komünist Parti’nin en üst karar organı olan 15 kişilik Polit Büro tarafından yönetilirdi. Naziler’de de neredeyse birebir bir parti sistemi uygulanmaktaydı. Yani Robert Michels’in dediği gibi oligarşi politik sistemden bağımsız olarak gelişebiliyordu. Benzer örnekleri yakın zamana kadar Yunanistan’da, Arjantin’de, Şili’de ve Portekiz’de de görmek mümkün.
Peki günümüzde hala oligarşi ile yönetilen ülkeler var mı?
Şu an bildiğimiz kadarıyla açık bir şekilde yönetim biçiminin oligarşi olduğunu ve kendilerinin oligark olduğunu söyleyen bir yönetim yok. Ancak Oligarşinin Tunç Yasası teorisini unutmamak gerekiyor. Biraz düşününce aslında ister istemez pek çok ülkenin bugün bile oligarşi ile yönetildiğini söylemek mümkün. Tabii tek tek isim vererek bunlardan bahsetmek mümkün değil.
Ülke yönetiminin küçük bir grubun elinde olduğu yönetim biçimi oligarşi nedir sorusunu yanıtlayarak tarihsel süreçteki yerinden ve modern dünyaya etkilerinden bahsettik. Michels’in teorisi korkutucu ama gerçek olduğunu görmek daha da korkutucu.