Geçmişte, tıbbi bilgi ve araştırma yöntemleri günümüze kıyasla çok daha sınırlıydı. Bilim insanları, hastalıkların nedenlerini ve tedavilerini anlama konusunda kısıtlamalara sahipti. Bu nedenle de bazı öneriler ve uygulamalar, o dönemin bilgi ve anlayışıyla uyumlu oldu.
İnsan vücudunun işleyişinin daha iyi anlaşılması, daha önce bilinmeyen riskler ve yan etkilerin keşfedilmesi, toplumda sağlık bilinci farkındalığı oluşması ve hasta geri bildirimleri tıbbi uygulamaların iyileştirilmesine yardımcı oldu. Ayrıca büyük veri ve istatiksel analizlerin açık şekilde ortaya çıkarılması, doktor önerilerini destekleyen veya eleştiren güçlü verilere erişim sağlanmasını da getirdi.
Tüm bu zaman içerisinde ise bilim insanları tarafından birçok gerçek ortaya atıldı. Şimdi duyunca “hadi canım oradan” desek de zamanında birçok insan, doktorların dediğini yaptı. Gelin bakalım geçmişte bilim insanları bizleri hangi hatalara sürüklemiş.
Sigara içmek bir zamanlar doktor onaylıydı.
Bazılarınız hatırlar mı bilmiyoruz ama eskiden sigara içmek "Sağlığa zararlı değil." derlerdi. Aksine doktor onaylıydı ve insanların bu konuda teşvik edilmesi için reklam afişlerinde doktorlar yer alıyordu. Tabii ki bu doktorlar, gerçek doktorlar değildi ama uzunca bir süre doktor figürü sigara reklamlarında kaldı. Bu akımı başlatan firma ise Lucky Strike oldu.
1930’larda sigaranın tehlikeli olduğu yayılmaya başlamıştı ve insanlar sigaraya “tabut çivisi” diyordu. Bu durum, sigara firmalarını tedirgin etti ve tedbir almak için doktorlardan faydalandı. American Tobacco Company’nin Lucky Strike sigara markası hekimleri kullanan ilk sigara markası oldu.
Üstelik Lucky Strikes doktorlara bedava sigara gönderdi ve hassas boğazları daha az tahriş edip etmediğini sordu. Lucky Strikes’ın arkasından Philip Morris ve Camel marka sigaralar da bu furyayı takip ederek reklamlarında hep doktor figürünü kullandı.
Asıl gerçek 11 Ocak 1964’te ortaya çıktı. Genel Cerrah Luther Terry, Genel Cerrahi Danışma Komitesinin sigara hakkındaki bulgularını aktardı. Rapora göre akciğer kanseri ile kronik bronşitin sigara ile bağlantılı olduğu bulundu. Bu rapordan sonraki yıllarda ise önce TV reklamları sonra da baskılı materyaller kaldırıldı.
Radyasyon, ölümcül olduğu kanıtlanana kadar birçok ürünle birleştirilerek pazarlandı.
Yirminci yüzyılın başlarında radyasyonun insan vücudunu iyileştirmede etkisi olduğuna inanılıyordu. Tıpta da küçük dozda radyasyonun zarar vermeyeceğine hatta bakteri öldürücü özelliği olduğu kabul ediliyordu.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın yanı sıra Japonya’da popüler hale gelen radyasyon, birçok ürün ile birleştirildi ve satışa sunuldu. Artrite iyi gelmesi için battaniyelerde, romatizma için kolyelerde, yaşlanmayı engellemek adına kozmetik ürünlerinde radyuma yer verildi. Hatta radyoaktif olduğu keşfedilen kaplıcalar büyük ilgi gördü.
Diş macunu, fitil, hemoroit kremi, saç kremi de radyonun iyileştirici özelliğine olan inanıştan nasibini aldı. Ulusal Nükleer Bilim ve Tarih Müzesinde eskiden kullanılan Radium marka kremalı tereyağı, leke çıkarıcı ve el temizleyici ürünlerini görmek mümkün.
Radyona bağlı ölümler ortaya çıkınca gerçeğin farkına varılmaya başlandı.
Bazı girişimciler ise kaplıcalardaki suyu şişeleyerek satmaya başladı. Bir süre sonra ise su satışında bir şey fark edildi. O da radonun şişelerdeki ömrünün yaklaşık 4 gün olmasıydı. Radyoaktif içeceklerin gündemine ise sanayici Eben Byers oturdu. Günde 3 şişe radonlu su içtiğini iddia eden sanayicinin ölümü gazete manşetlerine “Radyum Suyu Çenesi Kırılıncaya Kadar İyi Çalıştı” olarak yansıdı.
Radyonun zararlı olduğunun anlaşılmasında bir diğer önemli faktör ise “Radyum Kızları” oldu. Saat kadranlarını radyumla boyayan çalışanlar, fırçayı şekillendirmek için yalıyordu. Kemiklerde biriken radyasyon sebebiyle kaç kişinin öldüğü ise açıklanmayan sırlar arasında.
Radyon Kızları’nın dava açması ise tüm dünyada radyonun zararları açısından büyük etki yarattı ve uzun vadeli ilk çalışma yapıldı. 1993’te biten çalışma sonucunda ciddi güvenlik önlemleri alındı.
Modern tıbbın en büyük hatalarından biri olarak kabul edilen “Lobotomi”
Lobotomi, 1890’larda akıl hastalığına çare olduğu düşünülerek uygulanan nörolojik ameliyat yöntemiydi. Bu yöntemde beynin prefrontal korteks bölgesindeki bağlantı kesiliyordu. İsviçreli Psikiyatrist Gottlieb Burckhardt tarafından başlatılan bu acımasız yöntem, ilk olarak bir şizofreni hastası grubunda uygulandı.
Burckhardt, beynin bazı bölümlerini çıkarırken amacı ileri düzeyde şizofreni durumunu daha sakin bir hale çevirmekti. Doktor, 10 yıl boyunca çok sayıda beyin ameliyatı yaptı. Bunlardan birçoğu ölümle sonuçlandı, bazıları ise ameliyattan sonra intihar etti. Durun şimdi daha da korkuncu geliyor. Burckhardt, bu ameliyatları anestezi olmadan canlı canlı yapıyordu.
Burckhardt’ın ölümle sonuçlanan ameliyatlarından sonra Portekizli Nörolog António Egas Moniz, lobotomi ile Nobel Fizyoloji Ödülü bile aldı. Gerçi sonrasında ödülün iptali için bir dizi hareketler uygulandı. Dr. Walter Freeman, Dr James Watts da lobotomi ameliyatını gerçekleştiren kişiler arasında bulundu.
Buz kıracağı ile hastaların gözünden beynine ulaşıldı. Düşüncesi bile tüyler ürpertici.
Lobotomi yıllar içerisinde farklı şekillerde yapıldı. Göz yuvasına buz kıracağı yerleştirip buradan beyne ulaşmak yöntemlerden biriydi. Kafatasının bir bölümünü kırıp doğrudan beyni sökmek de uygulanan bir başka metottu.
Ne kadar korkunç görünse de lobotomi, 1940 ila 1950 yılları arasında oldukça popülerdi ve birçok hastaya uygulandı. Özellikle I. Dünya Savaşı sırası ve sonrasında bazıları bu ameliyata gönüllü bile oldu. O yıllarda Amerika’da yaklaşık 40 bin kişiye lobotomi ameliyatı yapıldı. Amerika’dan sonra ise lobotomi ameliyatının en çok yapıldığı yer İskandinav’dı.
Lobotomi ameliyatı yapılanlar arasında ünlü isimler de var.
[VIAIMAGE][IMAGE:/images/editor/default/0004/10/f5f38210db882cd54c6cea355689a1e001a3fa9c.jpeg][/IMAGE][VIA:Guguk Kuşu][/VIA][/VIAIMAGE]
Bazıları kendi rızasıyla ameliyatı olurken bazıları için aileleri bu ameliyata karar verdi. Ünlü Oscar ödüllü Aktör Warner Baxter ameliyat edilen kişiler arasındaydı. Amerika Başkanı John. F. Kennedy’nin kız kardeşi Rosemary Kennedy de bir diğer kişiydi. İsveçli Ressam Sigrid Hjertén ise ünlü isimler içerisinde yer alıyordu.
Günümüzde tabii ki yasal olmayan ve suç sayılan lobotomi, Guguk Kuşu romanında ve sonrasında beyaz perdeye yansıtılan filminde de gözler önüne serildi.
Birtakım hastalıkların nedeni olan şeker, zenginlik göstergesiydi.
Şimdilerde hepimiz şekerin zararlarını biliyor olsak da ilk keşfedildiği zamandan sonra uzunca bir süre şeker, tedavi amaçlı kullanıldı.
MÖ 8000’de Yine Gineliler tarafından şeker keşfedildi ve yetiştirilmeye başlandı. MS 600’lere kadar ise deniz tüccarlığı ile şeker kamışı Çin, Hindistan ve Güneydoğu Asya’ya yayıldı. Hindistan ziyaretlerinde şekerin varlığını öğrenen Yunanlılar ve Romalılar ise şekeri tedavi amaçlı kullanmaya başladı.
Dönemin tıbbi kayıtlarına göre şeker; mide rahatsızlıkları, kuru öksürük, dudak çatlakları, göğüs şikayetleri ve hazımsızlık gibi durumlarda tercih edildi. Batı tıbbının önemli isimlerinden İbni Sina’nın bile şekerin iyi bir gıda oluşu hakkında sözleri bulunuyor. Yunanlı Hekim Simeon Seth, şekerin ilaç olduğunu yazarken Bizans İmparatoru saray doktoru yüksek ateşin tedavisinde gül şekeri önerdi.
Şeker kamışının büyük kazanç sağlaması sebebiyle “beyaz altın” olarak adlandırılan şeker, bir dönem zor bulunan bir gıdaydı ve sadece zenginlerin ulaşabileceği bir besin maddesi halindeydi. Tüm dünyaya yayılması ile tanınan şeker, törenlerde ve gösterilerde de kullanılmaya başlandı. Şekerden heykeller, biblolar hayranlık uyandıran objeler olurken giderek popüler de oldu.
Şeker, “tatlı tuz” olarak da bilindi. Misafirlere ikramlık olarak verilmesi ve enerji kaynağı gibi görünmesi şekerin yayılmasına yol açtı. Bu popülerlik ile 19. yüzyıldan sonra artık her evde şeker vardı.
Çaylarda, kahvelerde tatlandırıcı olarak kendine yer bulan şeker, 20. yüzyılda artık iyicene yaygınlaştı. Herkesin kullanır olması da aslında şekerin iyi bir şey olmadığını gösterdi.
“Pes artık” dedirten bir tıbbi yanlış daha geliyor.
1874 yılında İngiliz Kimyager Alder Wright, eroini sentezledi ve köpekler üzerinde birkaç test yaptı. Kimyager, zararın farkına varmış olacak ki çalışmalarını ileriye götürmedi. Aradan geçen 23 yıl sonrasında ise Bayer ilaç firmasının kimyageri Felix Hoffman, eroini tekrar sentezledi. Aslında firma tarafından Felix’e kodeini elde etmek için morfini asetillemesini söylendi ancak kimyager kodein yerine eroini ortaya çıkardı.
Bayer, bu maddeye “Heroin” adını vererek 1898 ila 1910 yılları arasında çocuklar için öksürük şurubu olarak sattı. İlacın ismini ise Almanca “görkemli” anlamına gelen “heroisch”ten aldığı düşünülüyor. Araştırmalar bir süre sonra gösterdi ki eroin, karaciğerden morfine dönüşüyor. Bunun fark edilmesinin ardından ise 1910 yılında Bayer, “Heroin” satışına son verdi.
Evet, geçmişte pek çok hata yapıldı ancak tıp sayesinde bugün milyarlarca insanın daha sağlıklı olduğunu da unutmamamız gerekiyor.