İnsan vücudunun her bir organı farklı bir işleve sahip ve gözler de elbette olmazsa olmazlarımız arasında. Ancak insan düşünmeden edemiyor. Gözlerimiz ya iki değil de üç tane olsaydı görüş alanımız daha da artmaz mıydı?
Peki öyle bir durumda fazladan bir göz, hayatımızı nasıl değiştirirdi?
Aslında bizlerin hayalini kurduğu üçüncü bir göze, hayvanların bazıları sahip.
Örneğin bazı örümceklerin sekiz gözü vardır ve bu gözler, onlara daha fazla hareket algılama ve derinlik algısı sağlar. Yine bazı amfibilerin, kertenkelelerin ve köpek balıklarının başının üst kısmında üçüncü bir gözü bulunmakta.
Bu üçüncü göz, parietal göz olarak adlandırılır ve genellikle ince bir deri tabakasıyla kaplı olduğundan onu görmek muhtemelen imkânsız olur. Üçüncü göz veya pineal göz olarak da bilinen parietal göz, aslında bazı hayvan türlerinin epitalamusunun bir parçasıdır.
Bu göz ışığa duyarlıdır. Biyolojik saatin ve vücut ısısının ayarlanması için hormon üretimini düzenleyen bir pineal beze bağlıdır. Yine bu üçüncü gözün, diğer gözlerde olduğu gibi kendi merceği ve retinası vardır. Ayrıca pusula görevi de görür.
Peki biz neden iki gözle yetinmek zorundayız?
Üç göz hayali, ilk etapta oldukça mantıklı gibi dursa da esasen bazı açılardan bir o kadar mantıksızdır. Eğer insanlar üçüncü bir göze sahip olsaydı bu göz, ne yazık ki diğer ikisi kadar gelişmiş olmayacaktı.
Göz, beyin için bilişsel açıdan bir hayli yorucu bir yük olarak kabul edilebilir.
[GIPHY:7AAK3K7LuTJrbeKrRw][/GIPHY]
İnsan vücuduna bir tane daha göz eklemek, beyne olan bilgi akışını arttırabilir fakat beyin, bu fazladan bilgiyi işlemek için yeterli zihinsel kaynaklara sahip değildir. Bu üçüncü göz, muhtemelen sadece ışığı ve hareketi algılamak için işlevsel olacaktı.
Ayrıca bu durum, bazı sürüngenlerin beyinlerinde bulunan ve aynı zamanda kalıntı bir organ olan parietal gözün oynadığı rolle işlevsel olarak aynıdır. Teorik olarak üçüncü bir göz, potansiyel tehlikeleri görmeye yardımcı olarak ek bir savunma hattı sunabilir fakat hâlihazırda bunu yapan kulak gibi bir organa zaten sahibiz.
Eğer üçüncü bir göze sahip olsaydık, bunun vücudumuzun neresinde olacağı da büyük bir soru işareti olacaktı.
Beyin, kafatasındaki mevcut alanın çoğunu kapladığından üçüncü bir göz için yer açmak, kafatasının bir bölümünden doku çıkarmayı gerektirir. Başımızın hizasında bizim ilgimizi çekecek bir şey de olmadığından, bu üçüncü gözü başın üst kısmına yerleştirmek mantıklı olmaz.
Başın arkasına yerleştirildiğinde hangi taraftaki göze odaklanacağımız noktasında bir karmaşa yaşanır ve işler sarpa sarar. Zaten başın arka kısmı saçlarla kaplıdır. Yüze yerleştirilen üçüncü bir göz ise diğer iki gözden daha farklı bir işlev sunmayacaktır.
Şaşırtıcı bir şekilde yaklaşık 6 yıl önce bir bebek, üç gözle doğmuştur.
[BLUR][BLUR-IMAGE:/images/editor/default/0004/18/87ab19d01bd68aaa5e66d06486404d05df793e44.jpeg][/BLUR-IMAGE][IMAGE-CONTENT:Hassas İçerik][/IMAGE-CONTENT][/BLUR]
Aslında üç gözlü demek çok doğru değildir çünkü bu bebek, yüzün kafatası üzerinde kopyalanmış gibi görünen kraniyofasiyal duplikasyon ismi verilen kalıtsak bir bozukluğa sahiptir. Yani bu bebeğin üçüncü bir gözü değil, ikinci bir yüzü vardır.
Bu kalıtsal bozuklukla doğan bebeklerin yalnızca çok azı dünyaya gelmeyi başarır ve bunun yanında üçüncü bir göz, doğumda nadiren ortaya çıkar.
Ayrıca araştırmacılar, bu Afrikalı bebeğin üçüncü gözünün bulanık olduğunu ve göz kırptığında üç göz kapağının da birlikte hareket ettiğini tespit etmiştir.
Özetle bu fikir, ilk etapta her ne kadar işlevsel olacakmış gibi dursa da aslında iki gözümüz, görüş açısı noktasında oldukça yeterli.
Bilim kategorili diğer içeriklerimiz: