Dünyanın en zengin ülkesi hangisidir diye sorsak, aklınıza mutlaka Lüksemburg gelecektir. Peki neden bu kadar zengin bir ülke olduğunu hiç düşündünüz mü? Lüksemburg, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ismini uluslararası ekonomik alanlarda duyurmaya başlamıştır. Ardından, sanayi alanı için önemli olan demir cevherinin bulunmasıyla başlayan ekonomik yükseliş, yıllar içerisinde doğru politikalar ve fırsatların değerlendirilmesiyle devam etmiştir.
Tarih boyunca birçok ülkenin gözlerini diktiği, 2.586 km&³2;lik küçük bir yüz ölçümüne sahip Lüksemburg için zengin bir ülke konumuna gelmek hiç de kolay olmamıştır. 78,309 milyar dolar milli gelire (2021) ve sadece 640.064 nüfusa (2021) sahip olan Lüksemburg'un, neden bu kadar zengin olduğunu gelin tarihinden başlayarak hep beraber öğrenelim.
Lüksemburg köklü bir geçmişe sahip
Batı Avrupa'da yer alan ve denize sınırı olmayan bu küçük ülkenin tarihi oldukça dikkat çekici. Kaynaklara göre ülkenin tarihi 963 yılında kayalıkların üzerinde inşa edilmiş eski bir kale olan Lütteburg Kalesi'nin satın alınmasıyla başlıyor. Ülke, birçok hanedanın yönetiminden de geçmiş. 15. yüzyılda, dört Kutsal Roma Cermen (962-1806) imparatoru Lüksemburg'u yönetmiş ve ardından ülkenin yönetimi 1443 yılında Bourbon Hanedanı'nın hâkimiyeti altına girmiştir. Daha sonra Bourbon Hanedanlığı (1272) ve Habsburg Hanedanlığı arasındaki evlilik sonucunda, Lüksemburg yönetimi Habsburglara geçmiştir.
Fransa'nın, Otuz Yıl Savaşları'na girmesiyle ülke daha da ilgi çekici hâle gelmiştir. Tarih 1684'ü gösterdiğinde, Fransa Kralı XIV. Louis (1643-1715) tarafından ülke ele geçirildi. 1697 yılında Habsburg Hanedanlığı tekrar yönetime gelsede, 1794'te ülke Fransız işgalinden kurtulamadı. 1815 yılına gelindiğinde ise Avrupa tarihini değiştiren Viyana Kongresi'nde bu küçük ülke bağımsız kabul edildi ve dükalık olarak Hollanda yönetimine geçti. III. Napoléon'un (1852-1870) işgal girişimlerine rağmen, 1827 yılında Lüksemburg Büyük Dukalığı adıyla bağımsızlığını ilan etmiştir.
Bağımsızlık kazanması zaman aldı
Bağımsızlığını kazanan Lüksemburg, aslında Hollanda ve Lüksemburg Grandükü'ne bağlıydı. 1839 tarihli Londra Antlaşmasıyla iki ülke Lüksemburg'u paylaştı. Fransızca'nın konuşulduğu bölge Belçika'ya verildi ve o günden beri bu sınırlar hiç değişmedi.
1841, 1848, 1856 ve 1868 Anayasaları ülke vatandaşlarını korur nitelikte hazırlandı. Böylelikle, Lüksemburg kurumsal bir kimliğe ulaşmış oldu. Bu durumdan sonra, Lüksemburg halkı millî duygularla ülkelerine daha çok bağlandı.
İkinci Dünya Savaşı Lüksemburg için büyük önem taşıyordu. Tarafsızlığıyla bilinen Lüksemburg, müttefiklerin yanında yer almak zorunda kalmıştır. Çünkü bağımsızlığını kazanmasında büyük devletlerin desteği fazlaydı. Tarafsızlığını bozmasıyla dünya sahnesinde yerini almaya başlamıştır. Savaş sonrası kurulan, Birleşmiş Milletler'in (BM) Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'nün (OECD) Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesi olmuştur.
Ayrıca Lüksemburg Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün (NATO) üyelerinden biridir ve sadece 890 kişilik bir orduya sahiptir.
Peki, Lüksemburg zengin bir ülke hâline nasıl geldi?
Lüksemburg, küçük bir ülke olmasına karşın güçlü bir ekonomiye ve oldukça yüksek refah düzeyine sahiptir. Kişi başı ortalama geliri 100.000 doların üzerinde olan bu ülkenin adını dünyanın en zengin ülkeleri arasına yazdırmasını tek bir nedene bağlamak yanlış olur. Tarihî gelişmeler, ekonomik politikalar ve sosyal yapıya kadar birçok nedene bağlayabiliriz. Gelin detayları biraz daha inceleyelim.
Ülke ekonomisi önemli bir rezervin keşfedilmesiyle tamamen değişti
Lüksemburg ekonomisi için 1840'lı yıllar oldukça dikkat çekicidir. Çünkü 1840'lı yıllara kadar tarımla ekonomisini idare eden bu küçük ülke, bu yılda topraklarında büyük bir demir rezervi keşfetti. Bu rezerv, Lüksemburg ekonomisini tüm hızıyla değiştirdi ve artık tarım ülkesinden sanayi ülkesi olma süreci başladı. Demir-çelik sektöründe ön plana çıkarak Avrupa'nın neredeyse bütün yapılarında Lüksemburg çeliği kullanılmaya başlandı.
Ulusal Kredi ve Yatırım Kurumu (Société nationale de crédit et d’investissement) kuruldu. Çelik üretimi ile uğraşmak isteyen şirketlerinin iş kurmasını kolaylaştıracak politikalar izlendi. Globalleşen dünyada bu politikalar şirketler için bir fırsattı diyebiliriz. Hatta öyle ki uluslararası şirketler Lüksemburg'daki şirketleriyle sadece %1 vergi ödüyorlardı.
Avrupa pazarına giren Amerikan şirketlerinin etkisi
1950'li yıllarda Amerikan şirketleri Avrupa pazarına girmenin yollarını arıyordu. Lüksemburg, başlangıç için en iyi seçeneğin olması kuşkusuzdu. Bir şirketin kurulması için gerekli olan bütün avantajları Lüksemburg sunuyordu. Amerikan şirketlerinin Lüksemburg'a üretim için gelmesi ise ülkenin ekonomisini âdeta şahlandırdı.
Bu sayede yıllar içinde kişi başı millî gelir iki katına çıktı. Günümüzde ise Amazon'un bile Avrupa'daki genel merkezi Lüksemburg'ta bulunuyor.
Siyasi ve sosyal istikrar
Her şeyden önce, ülkede başarılı kabul edilen bir siyasi ve sosyal istikrar söz konusu. Hükûmet, yasama organı ve özel sektör arasında iyi iletişimin sağlanması ve ardından yapılan hukuksal düzenlemeler, ekonomik alanda Lüksemburg'un yükselmesine olanak sağlamıştır. Böylece dünya bankalarının ve yatırımcılarının ilgisini çekmeyi başarmıştır. Ayrıca çok yönlü denetimlerin yapıldığı ülkede yatırımların kalitesi de artmaktadır.
Lüksemburg günümüzde de parlamenter temsilî demokrasi ve anayasal krallık sistemi ile yönetilmektedir. Dünyada dukalık sistemiyle yönetilen tek devlettir.
Coğrafi konumu
Bir ülkenin ekonomisindeki gelişimlerin en temel etkeni, ülkenin bulunduğu coğrafi konumdur. Lüksemburg, coğrafi konumu açısından Avrupa pazarının göbeğinde yer alıyor denebilir. Batı Avrupa'nın hemen hemen her yerine trenle ulaşım sağlanabiliyor. Avrupa'nın en önemli pazarı olan Londra'ya ise sadece 1 saatlik uçuş mesafesinde olup günde 9 sefere kadar uçuşlar yapılıyor.
Antwerp ve Rotterdam gibi Avrupa’nın büyük yük limanlarına olan yakınlığı da Lüksemburg'un ekonomisinin gelişmesinin önünü açan bir etkendir. Sadece deniz yoluyla değil, hava yoluyla yapılacak lojistik hizmetleri için de Lüksemburg Havaalanının konumu önemlidir.
Ayrıca 2014 yılında yeni serbest ticaret bölgesi olan Freeport Luxembourg’un kurulmasıyla ülke ekonomisi gittikçe güçlenmektedir.
2009 Krizi kötü etkiler bıraksa bile Lüksemburg için bir gelişim fırsatı yarattı
2009 Krizi, Amerika'da başlayıp dünyadaki bütün ülkelerde etkisi görülen bir kriz olmuştur. Amerika'nın öne sürdüğü vergi konusu, krizin başlangıç nedeni olan kabul görmüştü. Amerikan şirketlerinin farklı pazarlarda üretim yapmaya başlamasının krizin yarattığı zararı arttırmış olduğu kabul edildi. Gizli belgeler tek tek gün yüzüne çıkmaya başladığında, Lüksemburg'daki belgeler de öğrenilmiş oldu.
Bilinen büyük şirketler, vergi kaçırmakla suçlandı. Suçlananlar arasında Lüksemburg'un eski başbakanı da vardı. Lüksemburg yönetimi maliye yasaları hakkında düzenlemeler yapılmasına karar verdi. Sonuç olarak, bu krizden iyi bir ders çıkaran Lüksemburg farklı ekonomik alanlarda da sağlam adımlarla büyümeye devam etti.
Köklü bir geçmişe sahip olup ekonomisini sadece bir demir cevheriyle canlandırmaya başlayan, düzenlediği politikalar ve konumu sayesinde uluslararası şirketler için gözde ülke konumunda olan Lüksemburg'un neden bu kadar zengin olduğunun nedenlerini analiz ettik. Lüksemburg hakkında eklemek istediğiniz bilgileri yorumlara bırakabilirsiniz.
İlginizi çekebilecek diğer içeriklerimiz: