Türkiye’nin ilk yılları, öyle düşünüldüğü kadar refah içerisinde geçmeyen yıllardı. Son yıllarında yorgun düşmüş, dünyanın saldırısına uğramış olan Osmanlı’dan miras kalan o yorgunluk, mücadeleye devam etme gereksinimi doğuruyordu. Atartürk, vatandaşlarını asıl mücadelenin savaştan sonra başladığı yönünde uyarıyordu. İlk kalkınma planları da yerli üretimi her alanda arttırmak üzerine kurulu oldu.
Ülkemizin ilk yıllarından bugüne kadar uzanan üretim ve teknoloji tarihini size aktardığımız köşemizde, bu kez ABD’de yaşasa hayatını bol Oscarlı filmlerle izleyeceğiniz bir isim var: Nuri Demirağ. Gelin, umudun hiçbir zaman tükenmemesi gerektiğine dair ders veren öyküsüyle, yokluktan çıkıp uçak fabrikası kuran bu adamı daha iyi tanıyalım.
Yıl 1886. Sivas’ın Divriği ilçesinde Nuri adı verilen bir bebek dünyaya geldi. O bebek, henüz 3 yaşındayken babasını kaybetti, büyüdükçe ağırlaşan geçim sıkıntısıyla boğuştu. Her zaman bir ışık vardı:
Kolay değildi, ekonominin kötüye sürüklendiği bir ortamda, babasız bir aileye bakabilmek. Zekiydi Nuri, hayatı boyunca çalışacağını biliyor, gocunmuyordu. Ortaöğretimden başarıyla mezun olunca, ihtiyaçtan dolayı kendi okulunda yardımcı öğretmenlik yapmıştı. Ziraat Bankası, memur alımları için sınav yaptığı sınava giren Nuri, 17 yaşında bankada çalışmaya başladı. Yokluğa sürüklenen bir ülkede, bankada çalışmaya başlayan bu genç, yıllar sonra azmiyle varlığın umudunu insanlara sunacaktı. Bunu banka memuru olduğu yıllarda, depolarda çürümeye bırakılan buğdayları halka dağıtarak göstermişti.
Yeni bir yüzyıla girilmiş, dünya çalkalanmaya başlamıştı. Dönemin Maliye Bakanlığı’nın sınavına girip kazandı Nuri:
Artık bir yetişkin olan Nuri Demirağ, memleketinden ayrılırken onu yolcu etmeye gelen insanlar olmuştu. Kendisini memleketinde sevdirmeyi başardı, bu şevk ve azim onu daha büyük bir sevgiye boğacaktı. Nitekim önce atlatılması gereken bir savaş, yabancıların eline geçen devlet dairelerinin kurtarılmasını gerektirecek bir diplomatik mücadele yaşanmalıydı.
İstanbul’da görev yapmaya başlayan Nuri Demirağ, itilaf devletlerinin kurumları ele geçirme politikalarına direndi, ancak bazı şeyler için çok geçti:
Maliye Bakanlığı’ndan istifa etmiş, hükümetin politikalarını kabul edememişti. Fransızlar devlet kurumlarını yönetmeye başlayınca, Demirağ'ın yolu bambaşka bir dünyaya çıktı. Çalışarak biriktirdiği parası çok büyük bir sermaye değildi. Ticari olarak ülkeyi ele geçiren itilaf devletleri, Anadolu’da sigara kağıdı üretimine bile sahip olmuşlardı. Nuri Demirağ, sigara kağıdı üreterek sermayesini büyütmeye karar verdi.
O dönemlerde sigaranın zararlarına ilişkin bir bilinç yoktu. "Türk Zaferi" adını verdiği sigara kağıtlarıyla, çökmekte olan bir vatanın topraklarında, insanların memleket sevdasını tetikleyecek küçük dokunuşlar yapmaya başladı. Ticaret adamıydı, servetini katlama amacına ulaştı.
40 yaşındayken varlığının büyük bir kısmını, devlete bağışlama kararı aldı:
Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ile Milli Mücadele’de idareci bir yol sütlenmeye başladı. Nuri Demirağ artık bir iş insanıydı, cephe mücadelesi bittikten sonra aklına ihtiyaç duyulacak bir fikir adamı olmaya başladı.
“Demirağlarla ördük anayurdu dört baştan”
Cumhuriyetin ilanıyla İngiliz ve ağırlıklı olarak Fransız kontrollerinde olan demiryollarının kalkınması gerekiyordu. Sanayinin gelişmesi, üretilenin insanlara ve diğer ülkelere ulaşması, ham maddenin yer değişmesi gerekiyordu. Demirağ, bu sorumluluğu üstlenen kişi olarak, yurdun dört bir yanını demir ağlarla örmeyi başardı. Bu başarısını, işçilerle birlikte kazma sallamasına, insanlara tepeden bakmamasına borçluydu.
Kardeşiyle birlikte başlattı bu mücadele sonucunda, başarıları Atatürk’ün kulağına kadar gitti. Demirağ soyadını, bizzat Ata'dan aldı:
Her şey demiryoluyla sınırlı değildi. Sırada boğaz köprüsü vardı, ne de olsa o yıllarda İstanbul’un iki yakası birbirine sadece gemilerle bağlıydı:
Nuri Demirağ, içerisinde tren yolu da bulunan bir köprü projesi hazırladı, projenin son haline gelmesi 4 yıl sürdü. Hükümet bu projeyi mali kaynaklardan dolayı reddetti. Nuri Demirağ, umutsuzluğa karşı savaş adamıydı. Bu dönemlerde halka kalkınma için umut vermek adına yurdun farklı köşelerindeki 43 tarihi çeşmeyi restore ettirdi.
İlk köprü Nuri Demirağ’ın fikrinden yaklaşık 45 yıl, Keban Barajı ise yine onun önerisinden 33 yıl sonra yapıldı:
Kesinlikle ilerici birisiydi Nuri Demirağ. Fabrikalar inşa etmeye başladı. Sümerbank’ın Bursa fabrikasını kurdu, yabancıların pahalıya sattıkları çimentoyu ucuzlatmak için fabrika kurmak isteyince yine engellerle boğuştu.
Türk Hava Kurumu, uçak ithal etmek için bağış toplamaya başladı. Nuri Demirağ, bir kıvılcım daha fark etti:
Bağıl kampanyasına destek olup olmayacağı merak ediliyordu. Demirağ, almak yerine üretmek için kendisini öne attı. Müjdeyi, “Mademki bir ulus uçaksız yaşayamaz, öyleyse bu yaşama aracını başkalarının bağışından beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya adayım.” sözleriyle vermiş, “Göklerine hâkim olamayan milletler, yerlerde sürünmeye, yerin dibinde çürümeye mahkûmdur.” sözüyle Atatürk’ün istikbalini aklımıza perçinlemişti.
Uçak lazımsa teknik bilgi de lazımdı. Gidip araştırdı, “Avrupa ve Amerika’nın son sistem uçaklarına karşılık yepyeni bir Türk tipi üretilmedir.” dedi:
Pilot ihtiyacını karşılamak adına İstanbul’da Yeşilköy Gök Okulu’nu kurdu. İstanbul Beşiktaş’ta, Çek bir şirketle ortaklık kurarak ilk uçak fabrikasını üretme soktu. Üretilen ilk uçaklar tamamen özgün, tamamen benzersiz bir tasarıma sahip, 1000 kilometre menzilli “Nu.D” serisi uçaklardı. İçerilerinde çift pilotluk kumanda merkezleri yer alıyor, saatte 325 kilometre hız yapabiliyor, 5000 feet yüksekliğe çıkabiliyorlardı.
Her yeni uçağın ilk test uçuşunda ikinci pilot koltuğunda Nuri Demirağ vardı. Ana pilot ise Gök Okulu’undan mezun olan oğlu Galip Demirağ olurdu. Türk Hava Kurumu, Türkiye’nin ilk özel uçak üreticisi olan Demirağ’a sipariş vermeye başladı. Nud.38 adında 6 kişilik yolcu uçakları üretildi, dünyanın en iyi yolcu uçaklarından birisi olarak kabul görmeye başladı.
Türkiye’nin ilk uçak mühendisi Selahattin Alan’ın deneme sırasındaki feci ölümü:
Umutsuzluklar peşini bırakmıyordu, bir korkunç ölüm her şeyi değiştirmeye başladı. Selahattin Alan, Demirağ’ın en sadık ortaklarından birisiydi. Ne yazık ki bir deneme uçuşundaki kaza sonucunda hayatını kaybetti. Kazanın nedeni Alan’ın pist çevresindeki engel amacı taşıyan hendekleri görmemesiydi. Uçaklarda bir sorun olmamasına rağmen, THK siparişlerini iptal etti. Üretilen şeyin satılmaması büyük bir problemdi.
Nuri Demirağ’ın suçsuz, üretilen uçakların sorunsuz olduğunun en büyük kanıtı Gök Okulu’nun çalışmalarında düzenlenen toplam 16 bin saatlik uçuşta yer almış 290 pilotun hala sapasağlam olmalarıydı. Bu veriler kara bulutların dağılması için yeterli değildi. Üretilen uçakların ihraç edilmesine de yasak koyuldu. Bütün uçaklar birer hurda yığınına dönüştüler. Demirağ, olayların ardından şunları söyledi
“Karakterim buna müsait değil ama, bu parayla farzı-muhal 15-20 adet han-apartman yaptırır, senede 150-200 bin lira gelir alarak istediğim gibi yaşardım fakat yapmadım.”
Bugün Atatürk Havalimanı’nın bulunduğu arazi Nuri Demirağ’a aitti. Yerli uçak girişimlerinden zarar edince arazi devlete geçti:
Demirağ, "Bütün isteğim Türk gençliğinin kanatlanmasını görmektir. Bu yolda bütün kişisel servetimi adamış bulunuyorum. Gerekirse sırtımdaki gömleği bile bu amaç uğruna satmaya hazırım." sözleriyle hala pes etmeyeceğinin sinyallerini verdi.
Meclise milletvekili olarak girdi. Ormanların yok olduğunu, tarımı, hayvancılığı, barajları konuştu:
Demir ve çelik üretimi için fabrikalar kuruyor, Köy Enstitüleri için projeler geliştiriyordu. Öyle yan gelip yatma adamı değildi Demirağ, kendisine her zaman yapacak bir iş, yüklenecek bir sorumluluk bulur, insanların faydasına çalışmak isterdi.
O yıllarda THK’nin uçak ve motor fabrikası üretimini durdurdu, kaynak yetersizliğinden dolayı kapatıldı ve Makine Kimya Endüstrisi’ne satıldı.
Nuri Demirağ için en önemli şey insandı:
1957 yılında, mecliste işçiler ve ücret politikaları için daha adaletli bir yaklaşım sergilemek adına, yasa teklifi hazırlayıp sundu. Sert bir dille konuşma yaptı, çalışma hayatındaki adaletsizliklerden bahsetti. Aynı yıl, Atatürk’ün ölüm yıl dönümünden 3 gün sonra; o aydın, o ilerici ve düşünceli istikbal adamını kaybettik.