Toplanın, Simülasyon Teorisinin Temellerini Anlatıyoruz: Hepimiz Gerçekten de Bir Simülasyonda mı Yaşıyoruz?

Dünyadaki acıların ve mutlulukların gerçekçiliği, sıradan hayatlarımızda şüphe götürmez bir durum. Peki ya bu “gerçeklik” sadece bize özgüyse? Uçsuz bucaksız bilinç denizinde fırtınalara sebep olan bu soruya bir yanıt arıyoruz.

Doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz. Bu döngü sırasında hemen hemen hiç bir insanın hayatı, bir başkasının kopyası olmuyor. Her bir hayat; girişi, gelişmesi ve sonucuyla tek başına büyük bir hikâye oluşturuyor. 

Sevinçlerimiz, hüzünlerimiz ve hırslarımızla dünya tarihine yön veriyoruz. Açılan her yeni sayfada, insanlık her şeye rağmen zaman da bir adım ileriye gidiyor. Şimdilik(!) zamanda bir geri dönüşümüz yok, biliyoruz.

Tarihteki tüm yıkımları, çoğu zaman görmezden geldiğimiz toplumsal olayları bir kenarı bırakalım. Bugün, insan bilincinin 21. yüzyılda ciddi şekilde sorgulamaya başladığı “simülasyon hipotezine” yakından bakıyoruz. 

Milattan önce 5. yüzyıl… Yeryüzündeki birileri, bugünkü şüphelerin temelini atıyor:

İnsanların, yaşama ilişkin sorulara yanıt bulması için düşünmeleri gerekiyor. Bundan yaklaşık 2500 yıl önce Antik Yunan’da yaşamış filozof Parmenides, kafasındaki deli sorulara yanıt bulmaya çalışan binlerce insandan yalnızca birisiydi. 

Aklında, bugünkü sorumuzun ilk tohumunu ekecek bir düşünce belirdiğinde, ilk işi bunu doğa ile açıklamak oldu: “Var olmamızın nefes alıp vermemizle ya da fiziksel olarak yer kaplamamızla bir ilgisi yoktur. Yeryüzünde sizi düşünen birileri oldukça varsınız demektir.”

Belki aynı düşünceyi, farklı zaman dilimlerinde binlerce insan da aklından geçirmişti. Belki hala geçiriyor… Ancak Parmenides, kendisiyle aynı zamanda yaşayan diğer düşünürlere de itiraz etmişti. İlk defa birileri gözlem ya da deney yapmadan, akıl yürüterek tuhaf şeyleri gündeme getiriyordu.

Bugün Parmenides gibi düşünen birisine çoğu insan “deli” diyor. O delilerden birisini ise çok iyi tanıyor, neredeyse her gün tartışıyoruz: Elon Musk. Kendisinin açıklamalarına değinmeden önce simülasyon hipotezi hakkında söyleyeceklerimiz var.

Akıl yürütenlerin çağı başladı… Düşünüyorsak, varız!

René Descartes, 1500’lü yıllardan bugüne bıraktığı filozofi mirasıyla aynı soruyu defalarca kez gündeme getirmişti: “Düşünüyorum, öyleyse varım” dediğinde, simülasyon sorusuna 2000 yıl önceden aldığı mirasla yeni bir bakış açısı getirdi. 

Ardından Kant, Russell ve Jean Baudrillard gibi düşünürler de kendi açıklamalarını dile getirdiler. Asıl dönüm noktası ise 2000’li yılların başında yaşandı.

Bilimsel gerçeklik ve akıl yürütme bir araya geldi, “bilim kurgu” ortaya çıktı… 

Bugün eğer bu yazıyı okuyor, bir simülasyonda mı yaşadığımız sorusuna cevap arıyorsanız bu ismi unutmayın: Nick Bostrom. Bostrom, “transhümanizm” adında bir kavram ortaya attı:

İnsanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerini arttırmak, yaşlanmayı ve hastalıkları ortadan kaldırmak için teknoloji ve bilimden faydalanabiliriz.  Bu düşünce bilim dünyasındaki simülasyon sorgulamalarını ciddi bir noktaya taşıdı. Aynı dönemde Matrix gibi bu konu üzerine kurulan sayısız filmler izledik. Artık bilimsel veriler, aklımızdan geçenlerle bir araya gelip basitleşerek sanat eserine dönüştü.

Bastrom’un 2003 yılında yayınladığı bir makalesinde geçen açıklaması, 2500 yıllık koru bir yangına dünüştürdü: "...dünya hakkında bazı alternatif iddiaların doğru olduğuna inanmamızı sağlayacak kadar yeterli ilginç veri mevcut..”

Alternatif iddia ile kastedilen simülasyon hipoteziydi, açık bir şekilde bu hipoteze inanmak için yeterli kanıta zaten sahip olduğumuz söyleniyordu.

O korkutucu düşünce böyle ortaya çıktı… Hepimiz gelişmiş bir yazılımın içerisinde mi yaşıyoruz?

Simülasyon, kelime anlamıyla gerçekliğin birebir taklit edildiği ortamları ifade ediyor. Bostrom’a göre teknolojik olarak çok gelişmiş “insanüstü” bir medeniyet, muazzam bir bilgi işlem gücüne sahip olacak. Böyle bir durumda, insanlığın geleceğine dair aşağıdaki 3 ihtimali ele almak gerekiyor:

  1. İnsanlık çok üstün bir teknolojik çağa ulaşmadan yok olabilir;
  2. İnsanüstü bir medeniyetler var olursa bizi simüle etmekle uğraşmayabilirler;
  3. İnsanlık bugün bile kesinlikle bir simülasyonun içinde yaşıyor. 

Eğer 1. ihtimal doğru olursa, insan medeniyeti zaten tamamen yok olacak. Eğer 2. seçenek doğru olursa, insanüstü medeniyetler, atalarının yani bizim hayatımızı, tarihimizi simüle etmekle uğraşmayacaklar. 

Eğer 3. seçenek doğruysa bizler, tanıdığınız herkes bir simülasyonda yaşıyoruz. Eğer bir simülasyonda yaşamıyorsak ve eğer insanlık var olmaya devam ederse, insanüstü medeniyet bir simülasyon üretebilir.

Geçtiğimiz yıl Google’ın Turing testini geçerek karşısındaki bir “insan” olduğuna inandıran yapay zekâ yazılımı ilk kez ortaya çıkmıştı. Bir insan, bir yazılım tarafından kandırılmıştı. Bugünün yapay zekâları, kendi bilişsel yeteneklerine sahip değil. Nitekim çoktan müdehalemiz dışında, kendiliğinden öğrenebilen yazılımları üretmeye başladık.

Bilim insanlarına göre bir sonraki aşama, yapay zekâların muhakeme yeteneğine varması olacak.  İşte böyle bir 4. ihtimal, belki de insanüstü bir medeniyetin ortaya çıkmasına neden olacak. Belki de bilincimizi, tamamen yapay bir ortama aktarmanın yolunu keşfettikten sonra öğrenmek bizim için daha kolay olacak.

Bir zamanlar kurgu olan şimdi bilim. Peki ya gelecek?

Belki de günün birinde, bilinci dijital ortama aktarılan insanlar, tıpkı bir makine gibi öğrenebilecekler, öğrendiklerini unutmayacaklar. Belki de bahsedilen insanüstü medeniyet, insan bilincinin yapay zekâ ile harmanlanmış bir halinden oluşacak. 

Belki de bunların hepsi daha önce gerçekleşti ve bizler, bildiğimiz gerçeklik dışındaki bir yazılımın düşüncelerinden ibaretiz. Her ne olursa olsun şüphecilik ve merak son bulmayacak; sıradan hayatlarımızın ötesine geçerek, var oluşumuzun kökenini araştırmaya, inançlara saygı duyup huzur içinde yaşamaya daha çok vakit ayıracağız.

Bugün tüm dünyanın adını duyduğunda önünü iliklediği bir düşünürden alıntıyla bitirelim:

"Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır."

  • Mevlana (30 Eylül 1207 - 17 Aralık 1273)

Kaynak: Wikipedia, Oxford  - The Philosophical Quarterly, Sayı 53, Nisan 2003, Nick Bostrom​