İnternetin en eski klişelerinden bir tanesi, yaratıcılığın sınırı olmadığı öğüdüne karşılık verilen “Olmayan bir renk hayal et” cevabıdır. Gerçekten de şu an bu yazıyı okuyan pek çok kişinin de deneyip başaramadığı üzere, insanlar renkleri sadece gördükleri üzerinden hayal edebiliyorlar.
Gelecekte artık bir evrimsel atlama olur, farklı spektrumlarda görmeyi sağlayan bir implament olur bir şekilde bugün gördüklerimizden farklı bir renk görme şansımız var mı? Yedi renkli gökkuşağına başka renkler de eklenebilir mi? Umuyoruz ki bu yeni renge, o renkte bir şey bulup onun üstünden isim vermeyiz, zira turuncu ve kahverengine gelince yaratıcılığımız çoktan tükenmiş.
Bu konuda konunun uzmanlarının yorumları var.
Munsell Renk Bilimi Laboratuvarı Müdürü, Renk Bilimi Profesörü Mark Fairchild, burada cevabın biz sözcüğünde saklı olduğunu, biz derken insan türü kastediliyor ise bunun imkansız olduğunu söylüyor. Gelecekte yeni renk sensörleri geliştirmemiz ya da renk algımızdaki değişiklikler ise farklı renkleri de tanımlamamızı sağlayacak.
Farchild’a göre burada önemli olan rengin tanımı. Teknik anlamda renk, insan algılarına göre tanımlanıyor. Uyaranı ya da uyaranı algılama biçimini farklılaştırabilecek her türlü yapı da renk algısına etki edecek.
Bir başka önemli nokta da, genelde imkansız olarak görülen renkleri algılamamız olduğudur. Hangi renge baktığımız ya da ışıkla olan etkileşimimiz de renk algımıza etki ediyor. Örneğin gün batımında Güneş’e doğru baktığınızda gözünüz kırmızıya alışıyor ve yeşil renge karşı hassaslaşıyor. Yani sadece uyaran değil bizim algı sistemimiz de bu konuda önemli yer tutuyor. İkisinden birindeki önemli bir değişiklik yeni renk algısının önünü açabilir.
Son olarak da halüsinasyon, rüya gibi durumlarda ya da hayal gücümüzde olmayan renkleri düşünerek ortaya çıkartabileceğimizi savunan profesör, bu görsel olmayan uyaranlara da kapıyı kapatmamış oluyor.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden Asistan Profesör Robert Johnston, insan retinal organları üzerinde çalışmalar yapan bir isim.
Işığı farklı dalgalarda gelen bir elektromanyetik radyasyon olarak tanımlayan Johnston, bu farklı dalga boylarının renkleri oluşturduğunu söylüyor. Biz insanlar ise 390 ile 700 nm arasındaki dalga boyunu görebiliyoruz. Bu da görülebilir spektrumu oluşturuyor. Pek çoğumuzun gözlerinde üç rengi görebilen konik foto reseptörler bulunuyor ancak görülebilen renk spektrumunun dışında da dalgalar var.
Johnston, kendi laboratuvarı olan Johnston Lab’de insanlara morötesi ışınları görebilmeyi sağlayacak yeni bir teknoloji sunmaya çalıştıklarını belirtiyor. Bunun için de insan kök hücrelerini mini retinalara dönüştürüyorlar. Bu işlem sonunda ortaya çıkan organoidler sayesinde insanların UV ışığı görebilmelerini sağlama amacındalar. Araştırmanın ana amacı ise gözündeki görme yetisi kaybolmuş kişilere yardımcı olabilmek.
Rochester Teknoloji Enstitüsü’nden Asistan Profesör Susan Farfand ise bunun pek de mümkün olmadığını söylüyor. Örneğin renk algısı için dalga boyunda değişimler yapan gece görüş gözlüklerinde yeni bir renk görmediğimizi belirten Farfand, yeni bir renk algılamak için beynimizin veriyi işleme şeklini değiştirmemiz gerektiğini söylüyor. Farfand, gözde başlayıp beyinde biten algı süreci üzerine pek çok çalışma olduğunu söylüyor.
Yazarın Notu: Kullandığımız sözcüklerin renk algımızı şekillendirdiğine dair bir teori de var. Basic Color Theory, renklerin kullanımı ve algısı üzerine oldukça ilginç bir çalışma. Bu konuda ülkemizde de çalışanlar var. Temel olarak farklı dalga boylarını algılasak bile beynin işleme şekli de renkleri ayırt etmemizde önemli rol oynuyor.