Çağımızın en büyük sıkıntısı, ya yeteri kadar İngilizce bilmemek ya da anlayabiliyorum ama konuşamıyorum demek. Kendi çevremde İngilizceden muzdarip o kadar çok insan vardı ki, bir şekilde kabuklarından yırtılıp I speak no London rezilliklerine bir son vermelerini iple çektim.
Elbette onlara izlemeleri gereken yolu göstermekten başka bir çarem yoktu çünkü ben öğretme konusunda gerçekten beceriksiz bir insanım. Ama kendi geçtiğim yollarda bu dili nasıl en kolay kavrayabildiğimi gayet iyi bildiğim için yol göstermek hiç de zor olmadı. Yine de yardımcı olmaya çalışırken, İngilizce öğrenmemeye yemin etmiş ancak bir şekilde İngilizce konuşmaya çalışan arkadaşlarım da oldu. Hepsinin yolda takıldığı taşları tek tek gördüm, sonra dedim ki bunları neden sizinle paylaşmayayım? Paylaşayım ki benim inatçı yakın arkadaşım İrem yapsa da siz yapmayın.
İyi de ablacım sen kimsin?
Öncelikle ben kimim, neden İngilizce konusunda yardımcı olmaya çalışıyorum bi' anlatayım. 8 yaşımdan itibaren, evet 8 çünkü daha o yaşımda ailem, kafamın matematiğe basmayacağına oldukça emindi. O yüzden beni alelacele İngilizceye yönlendirdiler. 8 yaşından 16 yaşına kadar harıl harıl İngilizce çalıştım, ardından İngiltere’de dil eğitimi gördüm, sonra da gelip İngiliz Dili ve Edebiyatı bitirdim. En nihayetinde, altyazısız film izleyecek, yabancı makaleleri çat diye anlayacak duruma geldim gelmesine ama nasıl geldim?
Bir dönem İngilizce yiyip İngilizce kusacak durumdaydım ve bu yüzden çevremdeki herkes bu dili öğrenmek için bana fikir danışmaya başladı. Kanka ben nereden başlayayımlar, şu konuyu ben neden anlamıyorumlar, öğrendim ama konuşurken kalbim ağzıma geliyor, oracıkta su grubundan bir şeyler bırakasım geliyorlar falan. Gelin toplanın arkadaşlar, bir türlü konuşamadığımız şu İngilizcede neden bazı şeyler hep ters gidiyor, elimden geldiğince anlatmaya çalışayım.
Tense dediğin şey klişe değil, İngilizcenin betonu, çimentosu tatlım
Nereden başlamak gerekiyor sorusuna her zaman, asla bıkmadan tenseler (cümlede zaman kavramı) presentlar perfectler diyorum ancak her seferinde aynı yüz ifadesi ile karşılaşıyorum. Hep bunu mu görücez ya? E biz bunu gördük zaten? Gördüysen buyur konuş o zaman??
Billiyorum çok sıkıcı. Her seferinde kağıda I, You, We, They yazıp yanına hangi tenselerin geleceğini sürekli yazmak insanı bir süre sonra boğuyor ama bu dili başka şekilde öğrenemezsin ki.
Diyelim bir inşaata başlayacaksınız, planınız bu binaya asansör, yürüyen merdiven, çatısına bir havuz, orasına şurasına bir şeyler eklemek. Temel atmadan o havuzu kurmaya çalışırsan boğulursun, ya da çatank diye çatıdan en aşağı düşersin. İngilizce de aslında tam olarak böyle. Elindeki konu anlatımı kitabının hafif sonlarına doğru gördüğün prepositionlar, modallar, conjunctionlar var ya, kafanda zaman uyumunu oturtmadığın sürece ömrünü versen hiç birini anlayamazsın. O yüzden yapman gereken ilk şey, sakin ve sabırlı bir şekilde geniş zamandan başlayarak zamanları öğrenmek.
Queen Elizabeth’le toplantın yoksa aksanın o kadar da önemi yok aslında
Çevremde İngilizceye meraklı herkesin en büyük düştüğü hata sanırım bir İngiliz gibi konuşabilmeye çalışmak. Öncelikle şu konuya bir açıklık getirelim, belirli bir yaştan sonra öğrendiğin herhangi bir dilde malesef orijinal aksanla konuşman pek mümkün değil. Yani bilimsel olarak değil.
Ana dil dediğin şeyi zaten 6-7 yaşlarına kadar öğrenmen gerek, o yaştan sonra öğrendiğin her şey ikinci dil oluyor ve aksanı taklit etmekten öteye geçemiyorsun. Sorry lisede en arkada oturan ve kendisinin kraliçe Elizabeth gibi konuştuğunu düşünen sınıf arkadaşım :(
Benim en çok takıldığım yer neden aksan meselesi, biliyor musun? Neden bir İngiliz ya da her şeyi ağzında yuvarlayarak asla anlaşılmayan Amerikanlar gibi konuşmaya çalışıyoruz? Kardeşim sen önce şunun farkına var, sen “ehe bizimkisi nasıl olsa global dil, başka bir dil öğrenmeme gerek yok” diyen tembel İngilizin bir adım önüne geçiyorsun, ikinci bir dil öğreniyorsun. Bu yolda inan nasıl konuştuğunun zerre önemi yok. Günün sonunda millet senin ne dediğini anlıyor mu? Her şey yolunda o halde.
Hazır lafı açılmışken buradan aksan konusunda kompleksi arkadaşlarımız için bir iki şey söylemek istiyorum. "Ayy Türkçe aksanlı İngilizce bu ne" diye insanları eleştirmek yerine, konuştuğu dilin yapısına odaklanırsak hayat daha güzel olur inanın. Bak şimdi aşağı bir video bırakıyorum. Bu videodaki adam, Huawei’nin CEO’su Richard Yu. Video çok uzun, hepsini izlemene gerek yok. Video içerisinde biraz gezinsen ne demek istediğimi anlayacaksın.
Bak adam CEO olmuş hem de Huawei gibi bir markaya. Lansmanda nasıl özgüvenli bir şekilde, çatır çatır İngilizce konuşuyor değil mi? Öyle yok İngiliz İngilizcesi ile konuşayım, yok soylu edaylarıyla tanıtayım şu bizim yeni telefonu gibi bir kompleksi yok adamın. Adam lansmanda dünyaya sesleniyor, biz sınıfta sunum yaparken aman aksanımızı beğendiler mi acaba diye telaşlanıyoruz. Cidden gerek yok böyle şeylere, anlaşılır olduğun sürece sen bildiğin gibi devam et İngilizce konuşmaya.
I ıh, kelime ezberlemek sandığın kadar kolay değil
Öncelikle geçmiş olsun, hayatın boyunca kelime ezberlemeye ve öğrenmeye devam edeceksin. Elbette belirli kelimeleri öğrendikten sonra hep aynı tempoda ilerlemeyeceksin ancak ömrünün sonuna kadar yeni kelimeler öğrenmeye, hatta sen bu zamana kadar bu kelimeyi nasıl bilmiyordun gibi garip eleştirilere maruz kalacaksın.
Üniversitede sabah derse girdiğim zaman "allah allah, ben uyurken sözlüğe yeni kelimeler mi eklemişler acaba?" diye düşünürdüm hep çünkü her gün anlamını asla bilmediğim kelimelerle karşılaşırdım. Kendi gözlemlerime en çok takılan şey, insanların tamam yeter bu kadar kelime diyip kelime ezberleme olayını bırakması. Arkadaşlar öğrenmeniz gereken şeyler asla bitmiyor, o yüzden ipin ucunu ne kadar erken tutarsanız o kadar iyi.
Bu kısımda benim en kolay kelime ezberleme yöntemlerimi anlatmak istiyorum size. Lise dönemim boyunca her akşam en azından 15 kelime ezberlemeye çalıştım. Benim rutinim şöyleydi; Kendi çizimlerimle hazırladığım kağıtlarım vardı, üzerine İngiltere bayrağını falan çizmiştim çünkü o dönemde İngiltere’ye gitmek en büyük hayalimdi. Motivasyon gerçekten çok önemli, kağıtta yer alan motifleri gördükçe gaza geliyor, dur şunu da ezberleyeyim diyordum.
Kağıda günün kelimelerini, yanlarına Türkçe karşılıklarını yazardım. Bir nevi transa girene kadar onları sesli bir şekilde tekrar ederim bi 10 - 15 dakika boyunca. Odadan sürekli "table masa book kitap innocent masum nail polish oje" diye tekrarlayan bir ses duyduğunuzu hayal edin. Çok creepy ama gerçekten işe yaradı. Ertesi gün diğer 15 kelimeye geçmeden önce bir önceki günün kelimelere tekrar bir göz atardım ancak elbette bu kelimelerin hepsi aklınızda kalmıyor. Yine de her gün bu rutini devam ettirdiğiniz zaman farkın ne kadar etkili olacağını göreceksiniz, editör sözü.
Yazmak için okumak, konuşabilmek için de dinlemek gerekiyor
Şimdi size çok büyük bir sır vereceğim, hazır olun. Belirli bir süre İngilizceye maruz kaldıktan sonra dilin yapısı beyninize resmen kodlanıyor. Sürekli doğru cümleleri duydukça, kelimelerin fiillerin nereye konulduğunu fark edince şöyle oluyorsunuz; “dur lan bu kelime burada kulağa hoş gelmiyor, şu daha iyi”. Sonra bir bakıyorsun, beyninde sana fark ettirmeden kodlanan şey, soruları doğru çözmeni sağlıyor.
Çok küçük yaşlarda odamda tüplü bir televizyon vardı. Hepi topu 7- 8 kanal gösteren televizyonum, sağ olsun bu kanalların içerisine BBC kanalını da eklemeyi unutmamış. Bakın ne konuşuluyor, o abiler ne anlatıyordu zerre anlamıyordum ancak dinlemek çok hoşuma gidiyordu. Çoğu gece BBC açık uyurdum, sonra 8 yaşımdayken İngilizce öğretmenim "sen bu kelimelerin telaffuzunu ne zaman öğrendin?" dedi. Öğrenmemiştim ancak beynim bir şekilde kelimelerin telaffuzlarını kaydetmemişti kendi kendine. Bu yüzden bana İngilizce öğrenmek istiyorum diye gelen herkese "dinle, bu şarkım sana dinle" edalarıyla öğütler veriyorum.
İngilizce konuşmak zorunda kaldığın bir ortamda hıkk diye kalpten gitmek istemiyorsan, kendi kendine konuş
Öncelikle kendi kendine konuşan insanlar kesinlikle deli değil, bunu başka bir zamanda geniş geniş anlatırım. Sadece bizim ülkeye özel bir durum mu bilmiyorum ama Türkiye’de İngilizcesi iyi olan ancak konu konuşmaya gelince hebele hübele diyen çok insan var. Bu heyecanı aşmanın tek yolu var arkadaşlar, konuşmak.
Az önce bahsettiğim aksan kompleksi var ya, sırf bu yüzden konuşmaktan çekinen insanlar gördüm. Bu çok, aşırı, ekstreme, abartı bir çekince ve bunu bir an önce kenara atmalısın. Atamazsan git o paragrafı tekrar tekrar oku ya, kimsenin aksanlarla dalga geçmeye hakkı yok kardeşim. Neyse sakinim, konuşma konusuna gelelim.
Öncelikle buradan matematiğe kafam zerre basmadığı için varını yoğunu ortaya koyan anneme teşekkür ediyorum. Kendisi, 9 - 10 yaşlarındaki beni Sultanahmet Meydanı’nın ortasına bırakır, git turistlere yardım et bakayım derdi. O zamanlar daha renkleri falan yeni öğrenmişim, turistlere ağacı gösterip hello this is green tarzı acaip saçma şeyler söyler, onlar da bana gülüp oh how sweet you areee tarzı samimiyetsiz ifadelerde bulunurdu.
En az 2 haftada bir tekrarladığımız bu etkinlik sayesinde turistlerin İngilizcesine asla yanaşamayacak olan ben, açılın ben İngiltere prensiyim edalarıyla gitmeye başladım o meydana. Özgüven patlaması yaşıyordum resmen ve devam ede ede İngilizce konuşmaktan hiçbir çekincem kalmadığına şahit oldum.
Şimdi internet sağ olsun, insanlarla İngilizce konuşabilmenize olanak sağlayan uygulamalar var. Eskiler bilir, mektup arkadaşları vardır böyle düzenli olarak konuştuğunuz. Ben bilmem çünkü o kadar eski değilim :D Benim dönemimde Skype’tan buluyorduk mektup arkadaşlarını.
Yabancı arkadaşlara denk geldiğimde tadından yenmiyordu vallahi. Bedava, para vermeden İngilizce konuşabiliyordum. Hem de Sultanahmet’e gidebilmek için kapısından çocukların sarktığı o korkunç trene binmek zorunda da kalmıyordum. Sonra insanlar bundan neden para kazanmayalım dediler ve birçok kişi Skype üzerinden konuşma dersleri vermeye başladı. Sonra olay iyice evrildi ve iş, bu konuda yardımcı olan bazı uygulamalara geldi.
Pratik yapmadan İngilizce öğrenmeyi beklemek;
Çok acı bir gerçek var arkadaşlar; seve seve İngilizce konuşmak zorunda kalmadığınız sürece hiçbir zaman istediğiniz başarıyı elde edemeyeceksiniz. Bunu 16 yaşında İnglitere’ye giden, gittiği ilk gün aksanlarını anlamak işine gelmediği için tam 8 kere (yön duygum berbattır) kaybolan bir insan söylüyor.
İyi ki şu anda 16 yaşında değilim diye düşünüyorum çünkü kur farkı yüzünden değil İngiltere’ye gitmek, İstanbul Havalimanı’na bile yaklaşamam. Benim en büyük şansım bu oldu ama elbette İngiltere’ye gitmeden de şakır şakır bu dili konuşabilirsiniz. Tek yapmanız gereken olabildiğince İngilizce konuşmaya çalışmak.
Bunu nasıl yapacağız derseniz, belirli bir bütçe ayırabiliyorsanız Cambly tarzı uygulamalara yazılın arkadaşlar. Yok ben para vermeden öğreneyim istiyorsanız, oyun oynayın. Evet oyun oynayın. Mesela Valorant'ta bölgeyi Türkiye'den Avrupa'ya çevirin, takımdaki yabancı arkadaşlarınızın sosyal medya hesaplarını falan alın. Rahatsız etmeden darlayın, olabildiğince hadi konuşalım diye.
Çevrenizde sizin gibi bu dili öğrenmeye hevesli insanlar varsa, gerekirse parasına iddiasına girin. Muhabbeti İngilizce devam ettirin, Türkçeye ilk başvuran ortaya 5 TL atsın. Ben o 5 TL’yi atmamak için İngiltere Konsolosu’na dönüşecek insanlar biliyorum. Cimri ya da paragöz oldukları için değil, sıkıştıklarında ortaya çıkacak potansiyellerini bildiğim için.
Yaşı biraz daha geçmiş okurlarım, alkollü içecekler tükettiğinizde nasıl da şakır şakır İngilizce konuşuyorsunuz di mi? İşte o zamanlar, beyindeki aman beni yargılarlar endişesiyle oluşturduğunuz duvar ortadan kalkıyor. Hello, bunu alkollü içecek tüketmeden de yapabilirsiniz. Yargılanmaktan çekinmeyin, bilmediğiniz bir kelime, anlamadığınız cümleler her zaman olacaktır. Mesela ben geçen gün NASA’nın uzay aracı Persevarance’i insanların içinde çok komik bir şekilde telaffuz ettim, sonra kendi kendime lan ben ne dedim öyle diye gülmeye başladım.
Elbette doğrusunu öğretmekten çok sırf ezmek için “o böyle okunmuyo bi kereee” diyenler olacaktır. Boş verin onlar hayatınızın her yerinde olacak zaten. Ha çevrenizde bak bunu yanlış okudun, doğrusu böyle diye bir şeyler öğretmeye çalışan insanlar da varsa, onlara sımsıkı sarılın, asla gitmelerine izin vermeyin…