Bilimsel çalışmalar için denek olmayı kabul eden pek çok kişiden biri olan Philip Ball, bir bilim yazarı. Bir nöroloji laboratuvarında kendisinin hücreleri kullanılarak üretilen mini beyinleri gören yazar, oldukça ilginç tespitlerde bulunuyor.
Araştırmanın esas amacı bunamaya karşı bir çözüm geliştirmek. Bunun için de beyin modellerine ihtiyaç duyuyorlar. Böylelikle araştırmacılar beyinde bunamayı tetikleyen mekanizmaları ortaya çıkarmayı amaçlıyor.
Ancak araştırmanın sonucunda yazar kendi beyninin basitleştirilmiş bir genetik kopyası ile karşılaştı. Bir petri kabında saklanan mini beyin, yazarı bizi biyolojik olarak insan kılanın ne olduğunu merak etmeye itti. Ball konuyla ilgili bir kitap kaleme aldı.
Ball, geçen kasım ayında mini beyinlerin çoğunun kısa sürede öldüğünü söyledi. Bir tanesi ise hayatta kalmayı, kök salıp izole bir insan beyni örneği oluşturmayı başardı. Ball, bu bu organın insan beyni ile aynı olmadığını biliyor, örneğin mini beyinde algı sensörü bulunmuyor. Yine de varlığı bile yazarı biyolojik olarak insanı tanımlayan etmenleri düşünmeye itmeye yetti.
“Bu hissi artık insan bedeninin hiçbir fiziksel tanımıyla bağdaştıramıyorum, kompozit ve birleşik yapımızın doğası hakkında her zamankinden daha fazla farkındalığa sahibim: Biz hücreler topluluğuyuz.” diyen Ball, kitabında biyomedikal araştırmaların genelde cinsiyetçi ve ırkçı geçmişi olduğuna da değinerek, her dönemde ortaya çıkan önyargıların araştırmaları nasıl etkilediğini kaleme aldı.
Nature dergisi için kitabın incelemesini yazan ve kitabın amacının saf, objektif bilim fikrinin saçmalığı olduğunu söyleyen Natalie Kofler, “Bilimin algısı amansız şekilde kültürle ilişkilidir. Bu her zaman böyle oldu - ikisine de etki etti.” diyor.