Sosyal medya, insanlara kendilerini ifade etme özgürlüğünün tanındığı bir ortam. Bu özgürlüğün, yaşanılan toplumun, küresel kültürün belirlediği alanlara göre bir sınırı var. Son 1 yıldır popülerliğini koruyan, önce Musical.ly ve ardından Tik-Tok olarak bildiğimiz uygulama ise bir kanser gibi yayılıyor.
Evet, tam bir kanser. Zira sizin uygulamayı hala indirip kullanmadığınızı bilen Google’ın reklamcılık algoritması, siz bu uygulamayı indirene dek dünyanın en saçma reklamlarını karşınıza çıkarıyor. Reklamların içeriği ise genel tablo hakkında, ciddi kanılara varmanıza neden oluyor. Daha en başında videolarda yer alan insanlar adına inceden bir utanç duygusu devreye giriyor. O ilk 5 saniye, dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğunu düşünmeniz imkansız oluyor.
Psycology Today yazarlarından psikolog Robert W. Fuller, insanların şöhret olma ihtiyacını, abartılı olduğu durumlarda bir hastalığın varlığına bağlıyor. Bu hastalık bedensel ya da fiziksel değil, daha çok ruhsal bir hastalık. Tik-Tok videolarını gözünüzün önüne getirin, hangisi gerçekten sıradan ve normal? İnsanların saniyeler içerisinde gösterdikleri ünlü olma çabaları fazlasıyla hissedilir. Videolarda fiziksel avantajlarını kullananlar, saçmalayanlar, kendilerini yerden yere atanlar, saçma sapan dublajlar ve hareketler yapanlar var. Bunun üzerine özellikle Türkiye’de yaygınlaşan arabesk ruhlu, bolca sahte göz yaşının döküldüğü paylaşımlar var. Birkaç dakikalığına telefonunuzu elinizden bırakıp düşünün: Çoğunluğu gençlerden oluşan büyük bir kitle bu hastalıktan muzdarip.
Kısa süreli de olsa insanların ünlü olma duygularının ardında statü merakı yatıyor. Fuller’e göre bu merak, “Birileri ya da hiç kimse” adı verilen teoriyle açıklanabiliyor. İnsanlar, sahip oldukları statüyü kötüye kullanma eğilimleri olunca, o statüye daha çabuk erişmek istiyorlar. Bir öğretmenin öğrencisini küçük düşürmesi, bir patronun çalışanına hor davranması, bir ebeveynin çocuğunu dövmesi de bu meraktan kaynaklanıyor. Elbette herkes statüsünü kötüye kullanmıyor, ancak bunun ünlü olmakla ne ilgisi var?
Cevap basit: Kolay, sıra dışı, uğraşsız statü elde etme imkanı. Elbette bu fırsatla birlikte akranlardan farklı olmak, görünürde saygın hissetmek, diğerlerine karşı üstünlüğe sahip olmak. İnsanlar, basit bir Tik-Tok videosuyla bu üne kavuşma ihtimalini de ciddiye alıyorlar. Böyle bir ihtimal için özsaygılarını da bir kenara bırakmak gerekiyor. Hatta doğrudan ünlü olmak için çektikleri videolarda, statülerini kötülük için kullanıyorlar: Zenginlikler gösteriliyor, fiziki üstünlükler göze sokuluyor, çeşit çeşit kıyafetlere sahip olma durumu sergileniyor. Peki ya zengin olmayanlar, fiziki olarak farklı görünenler, o kadar kıyafete sahip olamayanlar? İşte onlar da “diğerleri” grubundalar.
Diğerleri grubunda yer alan ya da en azından ünlü olmak isteyen insanlar tarafından sosyal olarak dışlanan insanların en büyük problemi ise var olmak. Maddi kaynak sıkıntısı ve hatta bazen hayatta kalma tehlikesi ile karşı karşıyalar. Şöhret umutları ise “diğerleri” grubuna dahil olan insanlara çıkış yolu sunuyor. Bir süre sonra zengin olmadığı halde öyle davranan, fiziki olarak üstünlük sahibi olmak için sağlık sorunları yaşayan, sırf videolarda göstermek için kıyafet satın alan insanlar oluşmaya başlıyor. Ortak noktaları, hedefleri ise aynı: Ünlü olmak.
Ünlü olmak, ancak özgürlüğünü yitirmek, saygısız bir bireye dönüşmek, yozlaşmak... Ne olursa olsun, sosyal medyanın bunu kolaylaştırdığını söylemek mümkün.
Şöhret duygusu Fuller’a göre psikolojik olarak insanların iç eleştirilerini, yakın çevrelerinden gelen uyarıları da duymamalarına neden oluyor. Sadece son dönemde beklenmedik şekilde saygınlığını yitiren ünlüleri düşünün. İşin içinde sosyal medya olmasa bile aynı değişim var.
Kırmızı halıda herkese yer yok. Hele hele Tik-Tok kadar yoz bir iletişim ortamı sunan kanser hücrelerinde umut arayanlar için hiç yok.