Eylül ayında 40 dereceye varan sıcaklıkları gördükten sadece günler sonra kombiyi açtıracak kadar serin bir hava dalgası bizi karşıladı. Benzer bir durum, kış aylarında özlediğimiz güneşin kendisini yavaş yavaş hissettirmeye başladığı ilkbahar için de geçerli.
Artık üzerimize ince bir ceket alıp terlemeden ya da üşümeden yürüyüşe çıkabildiğimiz baharlar da gitgide kısalıyor. 1900’lü yılların başlarında yazılan romanlardaki gibi “çiçeklerin açtığı ilkbahar günlerini” doya doya yaşayamıyoruz. Muhtemelen çocuklarımız o günleri sadece kitaplardan okuyacaklar.
Christopher Nolan’ın 2014’te vizyona giren Interstellar filmini hatırlarsınız…
Filmde insanlığı başka bir gezegende yaşam kurmaya iten iklim şartlarını net bir şekilde görmüştük. Dünya’da sadece mısır tarımının yapılabildiği; her yerde toz ve fırtınanın baş gösterdiği o kurgusal hikaye, çocuklarınız ve torunlarınız için gerçek olacak gibi görünüyor.
Çok uzun geçmedi üzerinden; Temmuz 2021’de Türkiye tarihinin en yüksek sıcaklığı ölçülmüştü:
Şırnak’ın Cizre ilçesinde ölçülen 49,1 derecelik sıcaklık tarihe geçmiş, bize yaşadığımız günlerdeki iklim koşullarının gelecek için sadece bir fragman niteliğinde olduğunu göstermişti.
Her geçen sene farklı bölgelerde sıcaklık rekoru kırılıyor, ancak buna karşın Türkiye’de ölçülen en soğuk hava bundan 32 yıl önce kayda geçmişti:
Van’ın Çaldıran ilçesinde 9 Ocak 1990’da kaydedilen -46,4 derece ülke topraklarında görülen en düşük sıcaklık olmuştu. Elbette kış ayları hâlâ soğuk, buradaki asıl mesela kış aylarının giderek sıcaklaşması değil.
Tüm bunlar sadece kış mevsimlerinin olması gerekenden daha sıcak geçtiği anlamına gelmiyor. Mevsimler arasındaki sıcaklık farkları da artıyor:
Mevsim normallerinin üzerindeki tuhaf yağışlara artık alıştık, kanıksıyoruz:
Son 10 yıldır İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere Karadeniz’den de gelen sel ve su baskını haberlerine öyle bir alıştık ki görmezden gelmeye başladık.
Günlük yağış rekorunun, yağmurlarıyla meşhur Karadeniz bölgesinde değil de ülkenin en sıcak şehri Antalya’da, 2018’de kayıtlara geçtiğini unuttuk. 2020’de İstanbul’da gerçekleşen ceviz büyüklüğündeki dolu yağışı, 2021’de Batı Karadeniz’deki selleri, her yağış mevsiminde boşaltılan köyleri de unutuyoruz.
Sorun sadece Türkiye’de de değil; Güney Yarım Küre’deki Avustralya Yangını, Kanada’daki tarihi sıcaklık rekorları, yağmur ormanlarındaki kuraklık sinyalleri bunlardan sadece birkaçı…
Aşağıdaki grafiğe iyi bakın: Yıl 1952, bizim de yer aldığımız Kuzey Yarım Küre’deki mevsimleri görüyorsunuz:
Dairenin 12 eşit parçaya bölünmüş çevresi ayları ifade ederken kar tanesi ile gösterilen koyu yeşil alan (Winter) kış, açık yeşil alan (Summer) yani yaz, sağ alttaki filizli beyaz alan (Spring) ilkbahar, sol üst köşedeki yapraklı beyaz alan (Autumn) ise sonbahar mevsimlerini ifade ediyor. Mevsimlerin başlangıç tarihleri de grafik üzerinde yazıyor.
2011’deki mevsimler de aşağıdaki gibi. Yaz mevsimi 59 yılda 15 gün uzamış durumda:
Aradan geçen 59 yılda kış mevsimi 3 gün kısalırken sonbahar 5, ilkbahar 7 gün kısalmış görünüyor. Tüm bu günler de yaz mevsimine eklenince, 2011’de büyük dedelerimizden 15 gün daha fazla güneşlendiğimizi görüyoruz.
Yıl 2100: Kış mevsimi 1 ay olacak. Kavurucu sıcaklar neredeyse 6 ay sürecek; yani yaz mevsimi, denize girmeye bile çekindiğimiz Mayıs’ta başlayacak, Ekim’in ortasında bitecek:
2100 Ocak ayının üçüncü haftasında ilkbahar başlayacak bu grafiğe göre. Bugün yaşansa kıyamet alameti olarak görülecek şeyler, gelecek için imkansız görünmüyor ne yazık ki. Ancak yaşanan şeyin kıyametten bir farkı yok desek yeridir.
Grafikteki çarpıcı değişimi aşağıda daha net görebiliyoruz:
Bu mevsim değişimlerinin etkisi ne yazık ki bizi en çok tarım üzerinden vuracak gibi görünüyor:
Mısır gibi yüksek sıcaklıkta bile verim alınabilen besinler haricindeki hassas bitkilerin kolay kolay üretilemeyeceği yıllar kapıda. Tarım deyince akla gıdalar gelse de geleceğin ikliminde yaşanması beklenen sorunlar hayatımızı pek çok açıdan etkileyecek.
Kuzey bölgelere yapılan göçler, çalışma saatlerini günün serin vakitlerine kaydırmak, yüksek sıcaklığa uyum sağlayacağımız mimari yapılar ve teknolojik imkanlarla yavaş yavaş gerçekleşen bu kıyamete adapte olabiliriz belki, ancak ciddi değişimleri kabul etmemiz gerekiyor.
Tarımda yaşanacak sorunların doğrudan etkileyeceği bir diğer alan da tekstil. Pamuklu kıyafetler giderek lüks olabilir!
Yukarıda iklim değişikliğinden nasibini almış bir pamuk tarlası var. Pamuk, günümüz tekstil dünyasının en büyük doğal kaynaklarının başında geliyor. Aslında artan karbondioksit seviyelerinin pamuk üretimini olumlu yönde etkilemesi bekleniyor, ancak asıl konumuz atmosferdeki karbondioksit miktarı değil.
Mevsim değişimleri, bu avantajın üzerinde bir etki yaratabilir. 2100 yılına kadar yaşanacak değişimler de ne yazık ki bize ekstrem hava koşullarını işaret ediyor.
Pamuksuz kalmak bizi alternatif yöntemlere yönlendiriyor: Geri dönüşüm!
ABD’li öncü giyim firması Champion’un Eco Future adını verdiği koleksiyondaki tüm ürünler, organik malzemeler, geri dönüştürülmüş tekstil ürünleri ve çevre dostu ambalajları kullanıldı.
Geleceğin temellerini daha bugünden atan Champion’un Eco Future serisi ile tanışın!
Tamamı GOTS sertifikalı %100 organik pamuk olan Eco Future serisinin etiketleri bile geri dönüştürülmüş polyester kumaştan üretilmiş durumda.
Hatta kıyafetlerin üzerindeki Champion logosu için bile aynı şekilde geri dönüşüm yoluyla üretilen tekstil malzemeleri kullanılıyor:
Champion’un Eco Future adını verdiği koleksiyondaki ürünlerin tamamı cinsiyetten bağımsız ve siyah, lacivert, kirli beyaz ve pembe renklerinde.
Geleceğin dünyası için şimdiden çevre dostu alışveriş alışkanlığı edinmek, çevreye duyarlı şekilde üretilen ürünlerle hayatınızı erkenden değiştirmek için buradan Champion’un Eco Future serisine göz atın.
Kaynaklar: Washington Post, Anadolu Ajansı, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Cotton Research and Development Corporation (CRDC)