Onlarca farklı türü ve onlarca farklı pişirme şekliyle bugün dünyanın her kültüründe kendine özel bir yer edinmiş olan kahvenin Türk kültüründe de önemli bir yeri var ve hatta Türk kahvesi olarak adlandırılan özel bir pişirme şekli var. Kiraz ağacı benzeri bir ağacın verdiği meyvelerin çekirdeği olan kahve nasıl oldu da bugün deyimlere, atasözlerine ve şarkılara konu olacak bir içecek haline geldi?
Kahve sanki insanlık var olduğu günden beri içiliyor gibi düşünülse de aslında tükettiğimiz pek çok yiyecek ve içeceğe göre oldukça yeni sayılacak birkaç yüzyıllık bir geçmişe sahip. Keyif verici bir içecek olarak adlandırılan kahvenin tarihsel yolculuğu ve dünyaya yayılma hikayesi de bir o kadar sıradışı. Gelin kahve nedir, dünyada ve Türk kültüründe nasıl yayılmıştır sorularına yakından bakalım.
Öncelikle kahve nedir yakından tanıyalım:
Kahve ağacının ilk bulunduğu yer olarak kabul edilen Habeşistan yani Etiyopya'da Kaffa bölgesi Arapça Qahwah olarak telaffuz ediliyor. Eskiden Qahwah kelimesi, keyif verici içki anlamında kullanılıyordu. Ancak kahvenin dünyaya yayılması ile birlikte bu kelime Türkçemize kahve, diğer dillere ise café, caffe, koffie, coffee, koffie, kaffee şekillerinde girmiştir.
Kiraz çiçeklerine benzeyen beyaz ve kokulu çiçeklere sahip olan kahve ağacı, meyve verdiği zaman da tıpkı kiraz benzeri küçük ve kırmızı meyvelere sahiptir. Dikildikten 3 yıl sonra meyve vermeye başlayan kahve ağacı 40 yıl boyunca meyve verebilmektedir. Doğal halinde 10 metreye kadar uzayan bu ağaçlar, kolay hasat yapabilmek için 5 metre olacak şekilde budanırlar.
Kahve ağacı her iklimde yetişmeye uygun bir ağaç değildir. Sıcaklığın devamlı 18 - 24 derece arasında olduğu ve don olaylarının görülmediği bir iklime ihtiyaç duyar. Nem sever ve düzenli yağış alan tropikal toprağa ihtiyaç duyar. Etiyopya, Brezilya, Vietnam, Kolombiya gibi topraklar günümüzde en lezzetli kahvelerin yetiştiği bölgeler olarak kabul edilir.
Kahve ağacının pek çok kişi için büyülü kabul edilen bir özelliği vardır; yetiştiği bölgede yer alan farklı bitkilerin tadını alır. Örneğin muz ağaçlarıyla birlikte yetişiyorsa muz aromalı bir tada sahip olur. Kahve ağacı hasat edilip, çekirdekler ayıklandıktan sonra bu çekirdekler çiğ halde paketlenerek dünyanın farklı noktalarına ihraç edilir. Kahveyi alan yerler, bu çiğ çekirdekleri diledikleri gibi kavurur ve öğütürler.
İlk kahveyi kim içti?
İlk kahveyi kimin içtiği ya da daha doğrusu yediği hakkında bazı rivayetler olsa da bilinen en eski hikaye 8. yüzyıla dayanmaktadır. Etiyopya’nın Kaffa bölgesinde yaşayan Kaldi adlı bir çoban, keçilerin bir bitkinin meyvelerini yedikten sonra çok daha hareketli olduğunu görmüş ve daha sonra kendi de bu bitkileri yemiştir. Kafeinin etkisiyle enerjiyle dolan çoban, bu haberi herkese yaymıştır.
Gerçek anlamda ilk kahveyi içtiği düşünülen kişi ise 14. yüzyılda yaşamış Etiyopyalı bir Arap olan Şeyh Şazili’dir. Bir Sufi şeyhi olan Şazili’nin, geceler boyu süren ibadet öncesinde dinç ve uyanık kalmak için kahve içtiği ve bu alışkanlığını müritlerine de aktardığı düşünülmektedir.
Yazar ve şair olan Ceziri’ye göre ise ilk kahveyi içen kişi 16. yüzyılda yaşamış olan ez-Zebhani’dir. Etiyopya’da kahveyi keşfeden ez-Zebhani, Yemen’in Aden şehrinde döndüğü zaman hastalanır. Aldığı kahve çekirdeklerini öğüterek pişiren ez-Zebhani iyileşmeye başladığını hissettiği zaman kahvenin enerji verici yönünü keşfetmiş olur.
Başka bir rivayete göre ise kahveyi ilk içen kişi tüm kutsal dinlerde peygamber olarak kabul edilen Hz. Süleyman’dır. Seyahati sırasında bir şehirde insanların hasta olduğunu gören Hz. Süleyman, Cebrail’den bir haber alarak Yemen’den gelmiş olan kahve çekirdeklerini kavurur ve pişirir. Pişirdiği kahveyi içen hastalar hızla iyileşir.
Osmanlı Devleti kahve ile nasıl tanıştı?
Kahve, uzun yıllar Etiopya’da meyve şeklinde kaynatılarak tıbbi amaçlarla içildi. Arap yarımadasında tanındıktan sonra 300 yıl boyunca aynı yöntemle kullanılmaya devam etti. 14. yüzyılda Yemen’de bulunan bir Sufi tarikatı kahveyi kavurdu ve işledi. Kahvenin daha sonra 1470 yılında Aden’de, 1510 yılında Kahire’de ve 1511 yılında Mekke’de içildiği görülmüştür.
Kahvenin Osmanlı Devleti’ne gelişi ise 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman döneminde olmuştur. Yemen’de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getiren Yemen Valisi Özdemir Paşa sayesinde bu içecek itibarlı kabul edilerek saray ahalisi tarafından içilmeye başlamıştır. Hatta kahve pişirmekle görevli Kahvecibaşı unvanı taşıyan görevliler bile bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Nasıl olduğu bilinmese de kahve bir süre sonra halkın da sofrasına inmeyi başarmıştır. Halk, çiğ olarak aldığı kahve çekirdeklerini bir tavada kavurduktan sonra dibekte öğütür ve cezvede pişirirdi. Bu lezzet, kısa süre içinde tüm halkın vazgeçilmezlerinden biri oldu.
Osmanlı Devleti’ndeki ilk kahvehane ise 1544 yılında İstanbul’un Tahtakale semtinde iki Suriyeli tarafından açılmıştır. Elbette kahve keyif verici bir madde olduğu için dinen sakıncalı olup olmadığı tartışmalara neden olmuştur. Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi’nin kahvenin zararlı değil, yararlı olduğunu söylediği fetvası ile birlikte kahvehane kültürünün önü açılmıştır.
Dünyanın geri kalanı kahve ile nasıl tanıştı?
Tarih boyunca doğu ile batı arasında bir köprü görevi gören ülkemiz, kahve konusunda da bu görevini yerine getirmiştir. İstanbul’a gelen Venedikli tüccarlar kahve ile 1615 yılında tanışmış ve bu lezzetli içeceği Avrupa’ya götürmüşlerdir.
İtalya’da 1645 yılında, Paris’te 1643 yılında ve Londra’da 1651 yılında ilk kahveciler açılmıştır. Zaman içinde bu mekanlar sanatçıların ve öğrencilerin uğrak noktası haline gelmiştir. Hollanda, sömürge bölgesi olan Endonezya'nın Cava adasında ve Doğu Hint Adaları’nda 1712 yılında kahve tarımını başlatarak bütün dünya için yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır.
Türk kültüründe ve dünyada eşsiz bir yere sahip olan kahvenin tarihsel yolculuğunu inceledik ve bu lezzetli içeceğin nasıl olup da kendine dünyanın her noktasında bir yer edindiğinden bahsettik. Yazımız bittiğine göre şimdi bir kahve yapabilirsiniz.