Küresel ısınma ve iklim krizi, her geçen gün tüm dünyada artarak kendini gösteren etkileriyle artık gündemimizin büyük bir parçası. Bir yanda ormanları küle çeviren yangınlar, bir yanda seller ve tropikal fırtınalar ile dünya genelinde artık iyiden iyiye iklim krizini hisseder olduk. Uzmanların açıklamaları ve yayınlanan iklim krizi raporları da durumun giderek daha kötü hale geleceğini ortaya koyuyor.
Son olarak Birleşmiş Milletler bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'nde paylaşılan kapsamlı bir iklim krizi raporunda ''önümüzdeki dönemde tropik fırtınaların, yağmur ve kar yağışlarının artacağı, kuraklığın bugüne kıyasla 1.7 kat daha fazla yaşanacağı, yangınların daha yoğun ve uzun süreceği'' bilgisi paylaşıldı. Raporda uzmanlar, küresel anlamda sera gazı salınımlarının 2030'a kadar sonlandırılması gerektiğini vurgulandı.
Dünya bu hedeften çok uzak, Türkiye yüksek risk bölgesinde:
Dünya genelinde iklim krizinin önüne geçmek için çeşitli adımlar atılmış olsa da ne yazık ki 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını sıfıra indirmek gerçekçi bir hedef değil. Gelişmiş ülkelerde bu hedefe ulaşabilmek adına daha 'güçlü görünen' adımlar atılsa da meselenin yalnızca elektrikli araç kullanıp egzoz gazından kurtulmak kadar basit olmadığını biliyoruz. Moda endüstrisinden gıda endüstrisine, insan tüketimine yönelik neredeyse her şey iklim krizinin ana nedenleri arasında yer alıyor ve giderek artan nüfus durumu daha da kötü etkiliyor.
Neresinden bakarsak bakalım karamsar bir gelecek manzarası çizen bu durumun içerisinde Türkiye'nin durumu ise oldukça riskli. Coğrafi konumumuz gereği uzmanlar Türkiye'nin iklim krizinin yarattığı ekolojik tahribatın etkilerini en çok hissedecek ülkeler arasında olduğunu ifade ediyor.
Gerekli tedbirler alınmazsa ekolojik bir felaketin bizi beklediğini ifade eden Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü öğretim üyesi, iklim uzmanı Prof. Dr. Levent Kurnaz, ''Tüm raporlarda atmosfere salınan sera gazı emisyonlarının yüzde 40’ının Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nden kaynaklandığı belirtilse de, ekolojik tahribatın en acı bilançosu Akdeniz havzasında görülüyor. Önümüzdeki süreçte yangın felaketlerinin yanı sıra kuraklık, tarımsal üretimde kıtlık, su savaşları gibi risklerin kapıyı çalması kaçınılmaz olacak'' sözleriyle durumun ciddiyetini vurguluyor.
2100 yılında insan nesli tehlike altına girebilir:
Bunun yalnızca 'ülkeleri' değil insan türünü ilgilendiren bir sorun olduğuna dikkat çeken Kurnaz, "Şayet küresel bir uzlaşı ve sera gazı emisyonlarının düşürülmemesi durumunda 2100 yılında insan neslinin varlığı bile tehlikeye girebilir. Türkiye açısından 2030’da bugün 40 derece olan yerler daha da kavrulacak'' ifadelerine yer verdiği açıklamasında 2035 yılına kadar ülkemizde ortalama 2 derecelik bir sıcaklık artışı olacağını ve ülkenin güneyinin şimdilerde Irak'ta gözlemlenen kuraklık gibi bir kuraklıkla boğuşacağını söylüyor.
Kurnaz, kuraklığın ardından yıllar içerisinde Karadeniz'e kadar çıkıp tüm ülkeyi etkisi altına alacağını ifade ediyor ve gidişatın böyle olması durumunda önümüzdeki 50 yıl içerisinde Karadeniz'de bile 45 derecenin üzerinde sıcaklıkların görüleceğini belirtiyor