Salgın hastalıklar insanlık tarihinin en ölümcül ve uzun soluklu felaketlerine yol açtı. Koronavirüs salgınına dek yaşanan bilimsel gelişmeler ise bizi bir noktaya kadar getirmişti. Ancak hâlâ hızlı şekilde aşı ve ilaç gelişterecek kadar ileri düzeyde değiliz. Nitekim bu durum mikrobun keşfinden önce daha da beterdi. Çünkü o zamanlar bırakın virüsleri ve türlerini, mikropları bile bilmiyorduk. Peki ya salgın hastalıkların neden yaşandığını nasıl çözüyorduk?
Binlerce yıl boyunca “miasma” adı verilen moleküllerle hava kalitesinin bozulduğuna, bu nedenle insanların solunum yoluyla hasta olduklarına dair bir bilimsel bir teoriye inanıldı. Miasma teorisine göre veba ve kolera gibi ölümcül hastalıkların nedeni, havaya karışan zehirli gazlar veya buharlarda yer alan moleküllerdi. Yani o dönemdeki en ileri düzey bilimsel düşünceye göre, pek çok salgının tek bir nedeni vardı. İnsanlık tarihine damgasını vuran miasma teorisinin ilginç hikayesini sizin için araştırdık.
M. Ö. 4. yüzyıl. Tıbbın öncüsü Hipokratın notları:
Milattan önce hastalıkların nasıl yayıldığını açıklamak zordu. En azından modern tıbbın öncüsü olan Hipokrat bile o dönemdeki bilimsel birikim ve imkanlar nedeniyle hatalı yorumlarda bulunabiliyordu. Hatta topraktan çıkan kötü havaların çeşitli hastalıklara yol açtığını ilk yazan kendisiydi. Yani modern tıbbın kurucusu Hipokrat, bugün yerle bir olmuş bir teorinin de temellerini atan kişiler arasındaydı. Ancak bilim ancak böyle gelişebilirdi. Miasma teorisi, Hipokrat'tan sonra da geniş coğrafyalara yayıldı. Herkes, topraktan çıkan zehirli gazlardan dolayı hasta kaldığını düşünüyordu.
Yaklaşık 2100 yıl önce, yer Roma. Bir mimarın notlarında tuhaf gaz bulutlarından söz ediliyor:
Roma’nın mimar yazarlarından olan Vitruvius, M.Ö. 1. yüzyılda bir şehri ziyaret ederken bataklık bölgelerinde oluşan tuhaf gaz bulutlarından söz ediyor. Söz konusu gaz bulutlarının etkilerini bir yazısında şöyle açıklıyor; “Gün doğarken çıkan sabah esintileri kasabaya vurduğunda, kendisiyle beraber bataklıktan gelen sisleri de getirir. Bu zehir (miasma), sisle karışırsa şehirdeki insanları da zehirlenecek onların bedenlerine karışacak ve zehri tüm şehre yayılacaktır.”
Daha sonralarda, Antik Yunan’dan günümüze gelen, “kötü hava” veya “kirlilik” olarak dilimize geçen "miasma", hastalıklara neden olan çürümüş madde moleküllerini barındıran zehirli bir gaz buharı veya sis bulutsusu olarak tanımlandı. Miasmanın etkili olma nedenleri arasında; kirli su, kirli hava, eski dönemlerin hijyenik olmayan koşulları da oldukça etkiliydi.
Hastalık yayan gizemli zehirli sisler Asya'da da görülmüştü:
Miasma teorisi, Çin‘de de çok eski zamanlardan 1880’lere kadar geçen zamanda inanılan bir teoriydi. Aradan geçen bunca zamanda insanlar; havanın, atıkların, şehirlerin temizlenmesi gerektiğini anlamışlardı ve buna yönelik çözümler geliştirmişlerdi. Hatta yalnızca miasma nedeniyle kentsel gelişmeler büyük bir ivme kazanmıştı. Ancak teorinin geçmişi Orta Çağ'dan da öncesine, hatta milattan da öncesine dayanıyor.
Çin tarihindeki edebi eserlerde, kültürel miraslara işlenmiş motiflere göz atıldığında, miasmanın neden olduğu hastalıkların izlerine rastlamak mümkün oluyor. Doğal ortamda oluşan zehirli gaz bulutlarından söz eden metinlere Çin'de de rastlamak, bu sorunun tüm dünyada yaygın bir sorun olduğunu gösteriyor.
Tuhaf sisler, Avrupa'daki salgınların nedeni olarak görülüyordu:
Kirli su, kötü hijyen koşulları ve yerleşim yerlerinde sanitasyon eksikliği, 19. yüzyıla kadar meydana gelen salgınların çoğunun arkasındaki gerçeklerdi. Ancak dönemin doktorları ve bilim adamları bunun farkında değildi ve çözümü bilimsel gerçeklikler yerine tedbirlere yoğunlaştırmışlardı.
Ancak tarihler 1850’li yılları gösterdiğinde, hastalıklara sebep olan miasmanın aslında insan vücudunun ve nesnelerin temizliğiyle önlenebilir olduğu söylenmişti. Ayrıca bu dönemde miasma yayılımının açıklanmasında kolera salgını kullanılıyordu. Kötü hava gazlarından korunmak için veba maskeleri de dönemin popüler ürünleri arasındaydı.
COVID-19 salgınına dair konuşulan şeyler o günlerde miasma hakkında da konuşuluyordu:
Birçok Batı kültüründe, miasmanın yarattığı hastalıkların bulaşıcı etkileri tehlikeli kabul edilmişti. Tıp camiası, hastalıkların çoğalmasına ilişkin bu sorun üzerine ikiye bölünmüştü. Bir tarafta hastalığın fiziksel temastan geçtiğin iddia edenler varken, diğer tarafta ise hastalığın havada miasma adında, gaz olarak bulunduğuna ve dolayısıyla fiziksel temas olmadan çoğalabileceğine inanlar vardı. İkinci grubun iki üyesi Dr. Thomas S. Smith ve Florence Nightingale'di.
İnsanlar havadaki miasma gazından korunmak için çeşitli maskeler kullanıyordu. Bir diğer yöntem ise sirkeli süngerdi. Şu günlerde yaşadığımız COVID-19 belasına karşı konuşulan şeyler o günlerde de halk arasında yaygın olarak konuşuluyor ve tartışılıyordu.
Miasma teorisinin kent insanına ve bilime katkısı:
Orta Çağ'da Britanya'nın sanayileşmiş şehirlerinin yaşam koşulları giderek sağlıksız hale geldi. Nüfus, altyapının destekleyebileceğinden çok daha hızlı büyüyordu. Manchester'ın kent nüfusu, tek bir on yılda iki katına çıkarak aşırı kalabalıklaşmaya ve atık birikiminde önemli bir artışa neden olmuştu. Bu da Manchester kenti için büyük bir sorun haline gelmişti.
Daha sonralarda miasma teorisi, 19. yüzyılın ortalarındaki sıhhi reformcularına mantıklı geldi. Miasmaların, suyun durgun ve kötü kokulu olduğu yerlerde kolera ve diğer salgın hastalıklara sebebiyet verdiğini açıkladılar. Bunun akabinde de çözüm gecikmedi ve Londralı Edwin Chadwick’in de katkılarıyla ilerleyen dönemde, gerekli tedbirler alınarak, bağımsız kanalizasyon sistemleri kuruldu. Kolera, tifo gibi salgınların kentsel yapılaşmayla olan bağına dair iddialara karşı yeni çözümler geliştirildi.
1846'da koleranın bulaşmasının hava veya su yoluyla olup olmadığını belirlemek için ”Sorunların Giderilmesi ve Hastalıkların Önlenmesi Yasası” kabul edildi. Yasa, ev sahiplerini konutlarını temizlemeye ve kanalizasyona bağlamaya teşvik etmek adına çıkarıldı.
Bu nedenle tüm evlere ayrı ayrı drenaj sistemi kuruldu. Buna paralel, kentteki kolera oranları da düştükten sonra Chadwick’in teorisini destekleyen birçok bilim insanı oldu. Ancak 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde; mikrobiyoloji ve bakteriyolojiden kaynaklanan delillere rağmen hastalığın tam olarak yol açtığına dair bulgular tutarsız ve yetersizdi.
Miasma teorisinin yerini mikrop teorisinin alması:
Miasma teorisine dair birçok şey yaşanırken, mikrop ve hastalıklar arasındaki bağlantı oldukça erken önerildi. Yine de mikrop teorisi 19. yüzyılın sonuna kadar genel bir kabul görmedi. Ancak John Snow isimli İngiliz doktor, hastaları günler içinde öldüren bu hastalığın nedenini Londra’nın içme suyundan kaynaklanıyor olabileceğini düşündü. Snow’a göre hastalıkların başlıca nedenleri sudaki miasma denilen parçacıklardı. Londra'yı dünyanın ilk akıllı şehri yapan insan yine John Snow'un ta kendisiydi.
Snow’un deneyimlemelerine göre şehirdeki binlerce insan, içme suyundan kaynaklanan bir mikrop sebebiyle ölmüştü. Bu basit hata ölümlere neden oldu ve miasma teorisi, yerini daha sonra mikrop teorisine bıraktı. Miasmaların yol açtığı hastalıkların insanlığa etkileri her ne kadar ağır olsa da mikropların keşfedilmesi açısından bilime etkisi oldukça önemli gelişmelere sebep olmuştu.
Bundan yıllar sonra, belki de günümüzde içinde bulunduğumuz şartların bilimsel olarak ilerlemesiyle ortaya çıkacak olan tedaviler, o zamanda yaşayan insanlara bizim miasma teorisini okuduğumuz bu yazıya verdiğimiz tepkileri verdirtecek. Bilimin, insanlık tarihi lehine ilerleyen gelişiminin yanı sıra bu yazımızda deneme-yanılma yoluyla bıraktığı acı izleri de görmüş olduk.
Mikrop ve hastalık arasındaki ilişki üzerine daha resmi deneyler, 1860-1864 yılları arasında Louis Pasteur tarafından gerçekleştirildi. Kandaki puerperal ateşin ve piyojenik vibriolojinin patalojisini keşfeden Pasteur, bu mikropları öldürmek için borik asit kullanılmasını önerdi. Alman hekim Robert Koch ise antraks basilinin keşfiyle miasma teorisine son noktayı koydu.