Müzik dinlemek, bir yandan çok yönlü; tek bir hissin, iyinin ve güzelin bulunamayacağı bir konuyken bir yandan da evrensel bir insan davranışı ve pek çok genel yargıya varmak mümkün. Hüzünlü bir şarkı eşliğinde uzaklara dalmak ya da eğlenceli bir şarkıda dans etmek, dünyanın her yerinde karşılaşıp empati kurabileceğimiz ortak davranışlar.
Müziğin davranışlarımızı nasıl etkilediğine dair bir cevap aramaya çalıştığımızda ise karşımıza birçok farklı mekanizma çıkıyor. Maryland Üniversitesi'nde doktora eğitimi gören Oğuz Gençay, doktora tezinde yer verdiği bu konu ile ilgili bir flood paylaşarak birkaç örnek ile genel durumu açıklamış.
Sesleri ayırt edip anlam verme kaygısının kökeni eski çağlardaki atalarımıza dayanıyor:
Eski çağlarda 'sesler' atalarımız için bir tür hayatta kalma rehberiydi. Gençay'ın verdiği örnek üzerinden ilerlemek gerekirse, ormanda yürürken duyulan sesin 'av arayan bir aslan' olup olmadığını anlamak, atalarımız için bir tür ölüm kalım meselesiydi ve bu da bir tür refleks olarak günümüze kadar taşındı. Günümüzde hala duyduğumuz bir siren sesinden ya da patlama sesinden bir nevi ürküp alarm durumuna geçmemiz de aslında geçmişten gelen bu refleksimizden kaynaklanıyor.
Söz konusu müzik olduğunda ise insanlar değişkenlik gösterebilmekle birlikte ortalama 6 - 7 yaşından itibaren müziği anlamlandırmaya, anlattığını hissetmeye ve bilinçaltında müziksel yapılar ile ilgili beklentiler oluşturmaya başlıyor. Bunlar da karşımıza müziğin bizi etkileme şekilleri olarak çıkıyor.
Yani örneğin bir müzik hüzünlüyse, biz de hüzünlü hissediyoruz, tıpkı üzgün bir insan gördüğümüzde empati kurup üzülmemiz gibi, müzik ile de bir bakıma empati kuruyoruz. Gençay'ın ifadesine göre müziğin aktardığı duyguların bu noktada karşımızdaki bir insanın aktardığı duygulardan bir farkı bulunmuyor.
Peki insanlar mutsuz olmak istememelerine rağmen neden mutsuz şarkılar dinliyor?
Canımız eğlenmek, dans etmek ya da biraz rahatlayıp uykuya dalmak istediğinde buna uygun müzikler bulup dinlediğimiz gibi, hüzünlü olduğumuzda da hüzünlü şarkılar dinliyoruz. Bu durum, müzik - duygu uyumu olarak anılıyor ve mutsuzken hüzünlü bir şarkı dinlemek bize daha iyi hissettiriyor. Çünkü yalnız olmadığımızı, anlaşıldığımızı hissediyoruz. Ancak mutluyken mutsuz şarkılar dinlediğimizde mutsuz olmamız da yine müzik - duygu uyumu kapsamında mümkün.
Aynı zamanda her birimizin farkında olmasak da müzik ile ilgili oluşturduğumuz yapısal beklentiler var. Bu beklentiler, 'kulağımızı rahatsız eden' bir şarkının neden öyle hissettirdiğini de açıklıyor. Çünkü şarkı, yapısal beklentilerimizi karşılamıyor. 'Aykırı' bir şarkı çaldığında aykırı hissetmemiz ya da pop şarkıların pek çoğunun temelde birbirine benzemesi de bu beklentilerin karşılanması durumu ile ilgili.
Müziğin durumla eşleşmesi:
Sevgilinizle 'bizim şarkımız' dediğiniz o şarkıyı, üzerinden 10 yıl geçmiş ve o insan eski sevgiliniz olmuş olmasına rağmen dinlediğinizde 'o anlara döndüğünüzü' hissedebilir, o anki hislerinizi yeniden deneyimleyebilirsiniz. Bunun sebebi ise Gençay'ın paylaştığına göre müziğin durumla eşleşmesi. Beyniniz o şarkıyı o anla eşleştiriyor ve aradan ne kadar zaman geçerse geçsin şarkı ve anı beyninizde birlikte yaşamaya devam ediyor.
Gençay, müziğin örgütsel davranış/psikoloji alanının en eski konularından bir tanesi olduğunu söylüyor. Savaşa gidilirken mehter marşı çalınmasından fabrikalarda çalışırken müzik çalmasına kadar pek çok durumun arkasında müziğin insan davranışları üzerindeki etkisi yatıyor. Dinlenen müzik mutlu ya da mutsuz edebildiği gibi, daha sakin ya da agresif bir ruh haline bürünmemize de sebep oluyor.
Oğuz Gençay'ın flood'unun tamamına göz atmak isterseniz buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.