Hem Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde hem de daha öncesinde müziğin şifahanelerde tedavi edici bir araç olarak kullanıldığı biliniyor. İşte bu yüzden müzik, bir tedavi aracı olarak senelerce kullanılmış.
Peki Avrupa’nın akıl hastanelerinde yaşanan işkencelerin tam aksine Osmanlı tarihinde su ve müzik, hastalara nasıl ilaç olabildi?
Müziği sadece sanat olarak değerlendirmek büyük yanlış olur.
Anadolu, tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş ve bu zengin kültür mozaiğinin içinde müziğin, tedavi amaçlı kullanımı da derin köklere sahip. Neolitik ve Kalkolitik çağlardan itibaren başlayan müzikal belgeler, Anadolu'nun insanlık tarihindeki müzikal evrimine ışık tutuyor.
Bu dönemlerde kullanılan çeşitli çalgılar ve ritüeller, müziğin topluluklar arası etkileşimde ne kadar önemli bir görevi olduğunu gösteriyor. Anadolu'nun, birçok medeniyetin etkisi altında kalması ve kendi kültürüyle harmanlanması, müziğin tedavi edici gücünü de besledi.
Müzikle tedaviye dair ilk izler, antik dönemlerdeki şifahanelerde ve tapınaklarda görülür.
Bergama Asklepieion gibi yerlerde, hastaların müzik aracılığıyla tedavi edilmeye çalışıldığı biliniyor. Eski Yunan'da ve diğer medeniyetlerde olduğu gibi Anadolu'da da müzik, ruhsal ve fiziksel sağlığın iyileştirilmesinde önemli bir rol oynadı.
Özellikle Frigyalıların flüt ile tedavi yöntemleri, çeşitli hastalıkların müzik aracılığıyla iyileştirilmeye çalışıldığını açık bir şekilde gösteriyor. Tabii Orta Çağ Anadolu’suna gelindiğinde müzikle tedavi yöntemleri daha da gelişti.
Farabi ve İbni Sina gibi büyük düşünürler, musiki ilminin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini incelediler.
Özellikle Farabi'nin "Musiki'ül Kebir" adlı eseri, müzik makamlarının, hangi saatlerde, ne zaman insan ruhuna nasıl etki ettiğini anlatmasıyla dikkat çekiyor. Peki gelelim Osmanlı dönemine…
Osmanlı döneminde, Anadolu'da müzikle tedavi pratiği daha da yaygınlaşmıştı ve saray çevrelerinde sıkça uygulanıyordu. Şifahaneler, müzik ve terapi alanında uzmanlaşmış mekanlar hâline gelmişti ve insanlar burada hem bedensel hem de ruhsal sağlıklarını müzikle tedavi ediyorlardı.
1488’de Edirne Sultan Bayezid Darüşşifası’nda meczup olarak bilinen akıl hastaları, burada tedavi ettirilirdi.
Henüz bu yıllarda Osmanlı’da, meczuplara çeşitli tedavi uygulanmasının aksine Avrupa’da ‘deliliğin’ bir hastalık olduğu bile bilinmiyordu. 18-19. yüzyılda Avrupa ülkelerinde hastaların hayvanlardan daha kötü muamele görüldüğü yazar.
Konuyla ilgili olarak modern psikiyatrinin kurucularından olan Dr. Kraft Ebing, “Akıl hastalarını tedavi etmeyi Avrupa Türklerden öğrendi” der. Çünkü dünyada yalnızca akıl hastalarına özel bir hastanenin yapımı da Osmanlı Devleti’nde görülmüştü.
Darüşşifalardaki şadırvanlardan yükselen su, düşerken melodi çıkarır; bu da hastaları rahatlatırdı.
Hangi makam, hangi hastalığa iyi gelir hepsini tek tek incelerler; hangi saatlerde dinlenilmesi gerekiyorsa o saatlerde tedaviyi uygularlardı.
Hekimbaşı, hastalara önce çeşitli makamlar dinletir; kalp atışlarının hızına bakarak kişiye uygun melodileri seçerdi. Benzer şikâyetleri olanları bir araya toplar, haftanın belirli günü konserler düzenlenirdi. Böylece hem ruh iyileşir hem beden huzura kavuşurdu…
Günümüzde de müzikle terapi yaygınlaşmış bir tedavi yöntemi olarak kabul ediliyor. Galiba bizim de geçmişten gelen bu geleneğimizi yaşatarak ruhumuzu onarmaya ihtiyacımız var.
İlginizi çekebilecek diğer içeriklerimiz: