Günümüzde bilinen en büyük cüce gezegen olma unvanının sahibi Plüton, çoğunuzun da hatırlayacağı üzere bir zamanlar 9. ve güneşe en uzak gezegen olarak sayılıyordu.
Plüton, aynı zamanda Neptün'ün yörüngesinin ötesinde, her biri kilometrelerce büyüklükte yüz binlerce kayalık, buzlu cisim ve 1 trilyondan daha fazla kuyruklu yıldızla birlikte gölgeli bir bölge olan Kuiper Kuşağı'nın bilinen en büyük üyelerinden birisi. Peki Plüton ne oldu da gezegenlikten cüce gezegen konumuna düştü? Gelin güneş sistemimizin dışlanan üyesi Plüton’un yolcuğuna birlikte bakalım.
9. gezegenin keşfi
Güneş sistemimizde kaç gezegen olduğunu orta yaşlı birisine soracak ya da konuyla ilgili on yıldan daha uzun bir süre önce yazılmış olan kitaplara bakacak olursanız, alacağınız cevabın şu an geçerli olan 8 yerine “9” olması gayet normal bir durumdur. Bir zamanlar 9. gezegen olarak değerlendirilen ‘kayıp nesne‘ Plüton’un hikayesi; özünde bir keşif, tartışma ve cüce gezegen sınıfının ortaya çıkış hikayesi.
Geceleri gökyüzüne çıplak gözle dikkatlice baktığımızda, Ay ile birlikte her biri güneşe diğerinden daha uzak olan beş klasik gezegen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ü görebiliriz. Astronomların teleskopları kullanmaya başlamasıyla, Sir William Herschel 1781 yılında bir başka gezegen olan Uranüs’ü keşfetti; ancak görünüşe göre Uranüs, kimsenin anlam veremediği bir şekilde bir yöne doğru çekilmekteydi. Bu da oralarda devasa boyutlarda başka bir şeyin varlığına işaret ediyordu.
1846 yılında astronom Urbain Lee Verrier ve John Couch Adams’ın çabaları sonucu Uranüs’ü kendine doğru çeken bu nesnenin, aslında başka bir gezegen olan Neptün olduğunun ortaya çıkmasıyla da Dünya dahil günümüzde bilinen 8 gezegenin hepsi keşfedilmiş oldu.
Ancak Neptün üzerine çalışan astronomlar, Neptün’ün de tıpkı Uranüs gibi bir tarafa doğru çekildiğini fark ettiler ve tahmin üzerine yürüttükleri bir çalışma sonucunda da dokuzuncu nesneyi buldular. Bu soğuk ve mesafeli kaya 1930 yılında Clyde Tombaugh tarafından keşfedildi ve yeni gezegen; Yunan mitolojisinden bildiğimiz Hades’in Roma mitolojisindeki karşılığı olan, soğuk ve karanlık yeraltına hükmeden tanrısı Plüton’a ithafen ‘Plüton’ olarak adlandırıldı.
"Gezegen mi değil mi? " tartışması
Böylelikle 9. gezegen olan Plüton’un varlığı, şaşırtıcı özellikleri sebebiyle çok geçmeden tartışmalara neden olmaya başladı. Dış Güneş sisteminde varlığından haberdar olduğumuz, soğuk gaz veya donmuş buzdan oluşan diğer gezegenler Dünya’dan çok daha büyükken, öte yandan Plüton, Dünya’nın sadece iki binde biri kadardı ve büyük ölçüde kayalardan oluşuyordu. Aslında bakacak olursanız Plüton, boyut açısından Mars ve Jüpiter arasında dolaşan Ceres ve Pallas gibi bazı büyük asteroitlerden o kadar da büyük değildi. Ayrıca tuhaf bir yörüngedeydi; bir elips şeklinde gerilmişti ve diğer tüm gezegenlere kıyasla da eğik duruyordu. Bütün bunlara rağmen oradaki en büyük nesne gibi duran Plüton, yaklaşık 70 yıl boyunca gezegen sınıfında kalmaya devam etti; sonuçta tıpkı bir gezegene benzeyen bu obje başka ne olabilirdi ki?
Takvim yaprakları 2000 yılına yaklaştığında ise bilim insanları, Güneş’e Plüton’dan bile uzak olan, Kuiper kuşağı olarak da bilinen bölgedeki uzaya dağılmış kayaları daha da yakından incelemeye başladı. Bildiğimiz astreoitlerden olamayacak kadar yavaş hareket eden bu soluk ve uzak nesneleri inceleyen bir araştırma ekibi, bu nesnelerden bazılarının endişe verici derecede Plüton’a benzediğini fark etti. O halde bu devasa uzay kayaları da mı -Quaoar, Sedne, Orcus, Makemake ve büyüh ihtimalle daha nicesi- birer gezegendi? Yoksa gezegen olmayan Plüton muydu?
2005 yılında her şeyi değiştirecek bir şeyin varlığı bulundu: Sadece Plüton’a benzemekle kalmayıp, neredeyse Plüton'la aynı boyutlarda olan bir kaya. O halde, eğer Plüton bir gezegense; çoğumuzun Truva Savaşı'nın çıkmasının ardındaki isim olarak bildiği, Yunan mitolojisinde karışıklık ve tartışmadan sorumlu tanrıça Eris’in ardından adlandırılan bu yeni kayanın hayli hayli bir gezegen olması gerekmez miydi?
Nihai karar: Plüton'un gezegenlikten dışlanışı
Bu durumda Güneş sisteminde kaç gezegen vardı? Sekiz mi? On mu? Düzinelerce, hatta yüzlerce mi? Sınırı tam olarak hangi noktada çekmeliydik?
Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), bu cevaplaması zor soruyu tartışmak adına 2006 yılının Ağustos ayında bir araya geldi. Jenerasyonlar boyunca Plüton’un bir gezegen olduğunu düşünerek büyüyen insanlar Plüton’dan vazgeçmeye hiç hevesli olmasa da, kanıtlar apaçık bir şekilde ortadaydı: IAU’nın kararı, Güneş sistemimizin resmini sonsuza kadar değiştirecekti.
IAU en sonunda ana gezegenlerin hepsinin ortak bir noktası olduğunu fark etti: Gezegenlerin civarlarında, kendi boyutlarına yakın başka hiçbir şey yoktu. Bu gezegenler çevrelerindeki cisimleri ya uydu olarak yörüngelerine çekiyor, ya onlarla çarpışarak parçalıyor ya da cisimler bir şekilde uzay boşluğuna fırlatılıyordu- yani başka bir deyişle, gezegenler bir yolunu bulup yörüngelerini diğer cisimlerden arındırıyordu. Ancak Plüton bu saydıklarımızdan hiçbirini yapamıyordu: etrafı boyutları onunkisine yakın bir sürü benzer cisimle çevriliydi. Bütün bu veriler göz önünde bulundurulduğunda IAU, Plüton’un sınıfta kaldığı kararına vardı. Artık bir gezegen değildi.
Cüce gezegenler
Basitçe tanımlamak gerekirse, yerçekiminin etkisiyle yuvarlak bir şekil alacak kadar büyük; ancak normal bir gezegenin aksine etrafındaki komşularından kurtulamayacak kadar küçük olan nesnelere ‘cüce gezegen’ denir. Eris, Ceres ve daha birçoğuyla birlikte Plüton da artık cüce gezegen sınıfının bir üyesi.
İşte yeni bir gezegen bulduğumuzu sanıp daha sonra onu kaybettiğimiz; ancak onun yerine yepyeni bir cisim türünün varlığını öğrendiğimiz Plüton’un hikayesi bu şekilde. Bu hikaye, dramatik açıdan bakacak olursak aslında biraz da üzücü. Hiç üzülme Plüton, sen kalbimizde hala bir gezegensin.