Psikologlara göre, sosyal medyada yaşadığı asıl hayatı göstermeyip kendini hep daha mükemmel gösterenler örnek sendromunu yaşıyor.
Onları takip eden insanlar kesinlikle bu kişilerin yaşantılarının iç yüzünü bilmiyor. Ki zaten bu kişiler, ''beni anlamazlar'' diye düşünerek diğer insanlara kendilerini açmak istemiyor. Bu sendromla ilgili detaylara gelin birlikte bakalım.
Aslında kişiler, hayatlarını mükemmel göstermek için görünenin aksine çok çaba harcıyor.
Sosyal medyada ötekinin beğenisi almak için yapılanlar, görünenin aksine büyük bir efor gerektiriyor. İşte bu tıpkı suyun derininde yüzgeçlerini hareket ettiren bir ördeğe benziyor. Ancak ördekler, suyun üzerinde rahat bir şekilde kayıp gittiği için kimse onların derinlerdeki çabasını görmüyor. Bu sendrom, ilk olarak Standford Üniversitesi öğrencilerinde görülüyor. Uzmanlara göre öğrenciler, okuldayken akademisyenler, stajlar, sosyal projeler ve başka sorumluluklar ile büyük mücadeleler veriyor. Velhasıl Standford gibi başarı odaklı bir üniversitede, bu yüksek başarı beklentisinin altına eziliyorlar gibi düşünebilirsiniz.
Öğrenciler aslında yaşadıkları içsel depresyonu ve yeterince iyi olmadıklarını düşünme durumunu, diğerlerinden sakladıkları için bu tanım ortaya çıkmıştır. Çünkü bu gibi herkesin başarılı olduğu kurumlarda, başarısızlık hakkında konuşmak bile hoş karşılanmayabiliyor. Ki bunların konuşulması için uygun ortamın yaratılmadığını düşünen öğrenciler, bu sendromun etkisi altına girmeye mecbur kalabiliyor. Bu sendrom, ruhsal bozuklukların tanısal ve istatistiksel el kitabı olan DSM'nin beşinci (DSM-5) baskısında henüz tanı almış patolojilerden değildir. O nedenle bu konu ile ilgili veriler, psikoloji alanındaki uzmanların görüşlerine ve yaptıkları çalışmalara dayanıyor.
Kişi, kendisini başkalarıyla çok fazla kıyaslayabiliyor.
Ördek sendromu yaşayan kişiyi en çok etkileyen detay psikologlara göre 'başkalarıdır'. Bu kişiler, başkalarının kendilerinden hep daha iyi olduğunu düşünüyor. Bu durumdan muzdarip olanlar psikologların gözlemlerine göre, eleştirilme korkusuna da sahiptir. Çalıştıkları ortamlarda ötekiler tarafından sürekli bir performans sınavına tabi tutulduklarını düşünürler. Hayatın yükü hep omuzlarındaymış ve bu nedenle devamlı zorlanıyorlarmış gibi hissedebilirler.
Bu sendrom, kişide anksiyete ve depresyon varsa bunları daha çok tetikleyebiliyor.
Bu sorunu deneyimleyen kişiler, erken çocukluk dönemlerinde başarıya aşırı takıntılı diyebileceğimiz bir aile ortamında büyümüş olabilir. Psikologlara göre ebeveynlerden veya bakım verenlerden birinin aşırı koruyucu olma ihtimali de yüksektir. Böylece kişide başarıya çok fazla değer yükleme durumu görülebilir.
Sosyal medya, her şeyin mücadelesiz ve çabasız elde edildiği izlenimini vermek için uygun bir ortam.
Sosyal medyada gezinirken, gece geç saatlere kadar kütüphanede ders çalıştıklarını iddia eden kişilerin görsellerini görebilirsiniz. Ancak belki bu kişiler sınavdan oldukça düşük not almış ve bunu telafi etmek için kütüphanede sabahlıyor olabilir. Yani her zaman gördükleriniz o kişilerin çok başarılı bireyler oldukları anlamına gelmiyor.
Kimse başarısızlıklarını övünülecek bir durum olarak görmediği için sosyal medyada paylaşmayabiliyor. Bu da başarısızlıkları filtreden geçirip o şekilde diğerlerine gösterme ihtiyacı doğuruyor. Böylece psikologlara göre, diğerlerine bakıp kendinizi yetersiz ve boşa kürek çekiyormuş gibi hissetmeniz, aslında sosyal medyanın, gerçeği filtreleme özelliğinden geliyor.
İşte yapılan bilimsel çalışmaların bu konuda söyledikleri...
Araştırmalara göre bipolar bozukluk, anksiyete bozukluğu ve şizofreni kimlik gelişiminin yoğun olduğu genç yaşlarda daha sık ortaya çıkabiliyor. Bu bakımdan uzmanlar, üniversitenin ruh sağlığı için yüksek riskli bir dönem olduğunu ifade ediyor. Çünkü bu dönemde, daha yeni yeni kendi benliklerini bulmaya başlayan gençlerin, akademisyen baskısı, alkol veya madde kullanımı ve yeni sosyalleşme ortamları içerisinde psikolojilerinin bozulmaya daha eğilimli olduğu görülüyor.
2020'de COVID-19'un ruh sağlığına yaptığı etki üzerine yürütülen bir araştırmada, 500 lisans öğrencisiyle görüşülüyor. Ardından öğrencilerin %85'inin, bu dönemde yoğun endişe ve stres yaşadıklarını belirttikleri görülüyor. Velhasıl ankete katılan öğrencilerin sadece %21'inin psikolojik destek almak için çaba gösterdiği anlaşılıyor.
2015 yılında yapılan, gençlerin psikolojisini ölçen başka bir çalışmada da 80.000 öğrencinin, %86'sının aşırı bunalmış hissettiği ve %32'sinin de içinde bulunduğu depresyon nedeniyle derslerine odaklanamadığı tespit ediliyor. Aslında gençlerin destek aramamalarının arkasındaki toplumsal neden, modern dönemle birlikte inşa edilen bireyselcilik algısına dayanıyor olabilir. İnsanların bireysel olarak güçlü, başarılı, akıllı ve özerk olmaları bekleniyor. Ayrıca da onlardan bu özellikleri kuşanarak kapitalist sistem içerisinde mücadele etmeleri isteniyor. Böylece insanlar, yaşadıkları sorunlarla da tek başlarına mücadele etmenin daha iyi olacağını düşünebiliyor.
Öğrencilerden, yapılan sınavlardan en yüksek dereceyle geçmeleri ve birbirleriyle yarışmaları bekleniyor. Böylece bu gençler, gösterdikleri çaba nedeniyle yaşadıkları psikolojik çöküşün, diğerleri tarafından başarısızlık olarak adlandırılmaması için içlerine kapanmayı tercih edebiliyor. Bu noktada psikoloji alanındaki uzmanların, desteğe ihtiyacı olan insanlara, destek aramaktan çekinmemeyi aşılayacak daha fazla çalışma yapması gerekiyor. Peki siz hiç sosyal medyada kendinizi olduğunuzdan farklı göstermeye çalıştınız mı? Bu tarz bir deneyiminiz var ise yorumlarda bizimle paylaşabilirsiniz.