Geride bıraktığımız bir ay boyunca tıp dünyasında pek çok önemli gelişme yaşandı. Sonuçlanan araştırmalar ve bilim insanlarının yayınladığı makaleler, uzayda yaşamanın insana etkilerinden açlığın üzerimizde yarattığı 'sinirlilik' hissine, egzersiz düzenine yönelik çalışmalardan kalp hastalıklarında yeni tedavi umutlarına kadar pek çok farklı konuya ışık tuttu.
Tıp alanında yaşanan her gelişme hem günümüz hem de gelecek için insan sağlığı ve yaşamı adına büyük bir adım diyebiliriz. Bu önemli adımlardan geçtiğimiz bir ay boyunca öne çıkan bazı haberleri derledik!
Geçtiğimiz 1 ayda tıp alanında yaşanan önemli gelişmeler
Gelecekte uzayda yaşamak sandığımız kadar kolay olmayacak: Uzayda yaşamanın astronotların kemikleri üzerindeki yıkıcı etkileriyle ilgili yeni bir araştırma sonucu paylaşıldı
Uzayda haftalar, aylar geçiren astronotların vücutlarının bu durumdan nasıl etkilendiğinin araştırılması, hem insanlığın uzaydaki geleceği hem de türün sağlığı için oldukça kritik. Çünkü nihayetinde pusula uzayı gösterirken ve Ay'da ya da Mars'ta kurulacak üsler konuşulurken, uzayda yaşamak bize tam olarak ne yapacak, anlamamız gerekiyor.
Bu konuda yürütülen çalışmalar, kemiklerin uzayda olmaktan kötü etkilendiğini uzun zamandır söylüyordu. Buna göre uzayda geçirilen zaman, astronotlarda kemik kütlesinde kayıplara yani bir nevi kemik erimesine neden oluyor. Aslında dünyada yaşlandıkça da görülebilen bir durum olan kemik erimesi, kemiklerin daha kırılgan ve dayanıksız olmasına sebep oluyor.
Yeni araştırma ise bu kemik kütlesi kaybının uzayda geçirilen süre arttıkça arttığını, ayrıca dünyaya geri dönüldükten sonraki bir sene içerisinde bile tamamen düzelmediğini ortaya koyuyor. Yani uzayda zaman geçirmek, kalıcı olabilecek bir kemik kaybına neden oluyor.
Kemik kütlesi kaybının uzayda geçirilecek 3 yıl gibi uzun sürelerde daha yıkıcı etkilerinin olacağı ifade edilirken, bu durumun Mars görevleri gibi uzun süreli uzay görevlerinde astronotların sağlığını ciddi oranda tehdit edebileceği belirtiliyor. Ayrıca bilim insanları, bu erimenin ne kadar devam edebileceğini, uzun süreli görevlerde hangi noktadan sonra duracağını henüz bilmediklerini ifade ediyorlar.
Astronotlar dünyaya döndükten sonra yürütülen egzersiz programları ve tedaviler ile var olan kemik kütleleri güçlendirilerek sağlıkları korunmaya çalışılıyor. Ancak kaybolan kemik kütlesinin yerine geri koyulamadığı belirtiliyor. Aynı zamanda araştırma hangi egzersiz türlerinin daha etkili olduğu ile ilgili de bazı bilgiler veriyor.
Buna göre koşu ya da bisiklet gibi egzersizlerdense deadlift gibi ağırlık kaldırmaya yönelik egzersizlerin kemik kütlesi kaybı sorununda daha etkili olduğu ifade ediliyor.
Egzersiz düzeni ve ölüm oranlarına etkisi konusunda iç rahatlatan bir araştırma sonuçlandı: Egzersizi haftaya düzenli yaymakla yalnızca hafta sonu yapmak arasında ciddi bir fark yok
Sağlıklı bir yaşam için egzersizin gerekliliği yıllar boyunca pek çok araştırma ile desteklendi. Ancak egzersiz düzeni ve yoğunluğu gibi konularda farklı sorulara yanıt arayan çalışmalar devam ediyor.
Bu sorulardan biri de 'egzersiz düzeni'. Egzersizi hafta boyunca 3-4 güne yayarak dengeli yapmak önerilir ancak bu özellikle de iş-okul gibi gerekçelerle her zaman mümkün olmayabiliyor. Bu da 'yalnızca hafta sonu egzersiz yapsak yetmez mi?' gibi bir soru doğuruyor.
16 yıl boyunca toplamda 350 binden fazla kişiden toplanan veriler üzerine yürütülen ve sonuçlanan bir araştırma, hafta içi egzersize vakit bulamayanlara rahat bir nefes aldıracak türden sonuçlar sunuyor.
Buna göre orta yoğunlukta ve yüksek yoğunlukta yapılması gerektiği söylenen egzersiz miktarına ulaşıldığı sürece, egzersizlerin iki günde ya da yedi günde yapılması arasında fayda açısından büyük bir fark bulunmuyor.
Kaç günde ve nasıl bir düzende olursa olsun, egzersiz miktarı önerilen seviyeye ulaştıktan sonra, kişinin sağlığına ve ölüm oranlarına etkisi her iki koşulda da benzer oluyor. Her iki gruptaki kişiler de, hareketsiz kişilere göre daha sağlıklı oluyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün fiziksel aktivite yönergelerine göre her yetişkinin haftada 150-300 dakika orta yoğunlukta, 75-150 dakika da yüksek yoğunlukta egzersiz yapması gerekiyor.
Klonlama çalışmalarında önemli bir adım atıldı: Tarihte ilk kez ölü bir farenin deri hücrelerinden yeni bir fare klonlandı
Özellikle soyu tükenme tehlikesi altında olan hayvanların türlerinin devamı için klonlama çalışmaları oldukça önemli. Bu alanda yürütülen çalışmalarda bilim insanları en iyi sonucu veren, en az maliyetli ve güvenli yöntemi bulmak için çeşitli deneyler gerçekleştiriyorlar.
Kullanılan yöntemlerin başında gelen sıvı nitrojende muhafaza işlemi hem çok masraflı hem de riskli olduğu için yeni bir yöntem arayan araştırmacılar, dondurarak kurutma ile hücreleri saklayıp ardından klonlamayı denediler.
Ölmüş bir fareden alınan hücreler dondurularak kurutuldu ve ardından -30 derecede 9 ay boyunca saklandı. Dondurarak kurutma işlemi ve bekleme süresinin sonrasında hücreler saklandıkları -30 derecelik ortamdan çıkartılarak kontrol edildi. Hücreler ölmüş ve DNA'da da büyük oranda bozulma meydana gelmişti.
Ancak bilim insanları DNA'nın bozulmamış kısımlarından elde ettikleri bilgileri farklı bir hücreye aktarmayı, ardından da dişi bir farenin yumurta hücrelerine yerleştirilerek klonlamayı başardılar. Böylece her ne kadar birkaç adımlı bir yöntem olsa da, sıvı nitrojene gerek kalmadan klonlama işleminin yapılabileceği test edilmiş oldu.
Yöntem henüz kusursuz olmasa da bilim insanları bu türden gelişmelerin klonlama alanında önemli adımlar olduğunu ifade ediyor. Bu sayede soyu tükenme riskiyle karşı karşıya olan canlıların hayata döndürülmesi ve biyoçeşitliliğin korunması çalışmalarında önemli bir aşama kaydedilmiş olacak.
Açken sen gerçekten sen değilsin: Açlığın öfke ve mutluluk gibi duygular üzerindeki etkisi kanıtlandı
Açken daha sinirli olduğumuz bilgisi bir sır değil. Sanırım herkes bunu hayatında pek çok kez duymuş ya da yaşamıştır. Ancak bu konuda bilimsel araştırma sayısı şaşılacak derecede azdı. Yeni gerçekleştirilen bir araştırma ise aç ya da tok olmanın duygu durumumuz üzerinde doğrudan etkili olduğunu kanıtladı. Buna göre açlık gerçekten de bizi daha agresif yaparken tok olmak da pozitif duygu durumu ile yakından ilişkili.
Bu konuda yürütülen çalışmalar, açlık ile agresiflik arasındaki bağlantının düşük kan şekeri olabileceği üzerinde duruyordu ancak neden aç kaldığımızda sinirlendiğimiz henüz tam olarak açıklanamıyor.
Yapılacak yeni araştırmalar ile açlık ve sinir arasındaki bağlantının sebepleri üzerine daha fazla bilgi toplanması hedefleniyor. Araştırmayı yürüten ekip, henüz bu sorulara cevap veremeseler de açlık ile agresiflik arasındaki bağlantının doğrulanmış olmasının kişilerin agresif davranışlarını daha sağlıklı değerlendirebilmesine olanak sağlayacağını ifade ediyor.
Erkeklerde yaşlandıkça ortaya çıkan Y kromozomu kaybının ölümcül etkileri araştırıldı: kalp hastalıklarıyla bağlantısı tespit edildi
Erkeklerin yaşları ilerledikçe Y kromozomlarını kaybetmeye başladıkları bilinen ve oldukça yaygın görülen bir durum. Öyle ki 70 yaşın üzerindeki erkeklerin %40'ı, beyaz kan hücrelerindeki Y kromozomlarını kaybediyorlar.
Söz konusu Y kromozomu kaybının kanser ve alzheimer gibi durumlarla, daha kısa yaşam süresiyle bağlantılı olduğu biliniyordu. Yeni yürütülen bir araştırma ise bu gruba kalp hastalıklarını da ekledi.
Fareler üzerinde yürütülen araştırmada araştırmacılar CRISPR'den yararlanarak bazı farelerin kemik iliklerinde Y kromozomu olmayacak şekilde düzenleme yaptılar. Ardından bu fareler ile Y kromozomu olan fareler karşılaştırıldı. Y kromozomu eksiltilen fareler, diğer farelerden daha kısa yaşadılar ve kalp dokularını kalınlaştıran ve kalp yetmezliği ile bağlantılı fibrozis isimli bir durumla karşılaştılar.
Bu verileri, uzun yıllar boyunca yaklaşık yarım milyon erkekten toplanan veriler ile kıyaslayan ekip, Y kromozomu eksikliği bulunan erkeklerin ortalama 11 yıllık takip süresi boyunca kalp yetmezliği ve diğer kardiyovasküler hastalıklardan ölme riskinin arttığını buldular.
Elde edilen sonuçlara rağmen ekip Y kromozomu kaybının etkilerine yönelik daha fazla araştırma yapılması gerektiğine ve bu hastalıkları tek başına bu duruma bağlamanın doğru olmayacağına dikkat çekti.
Depresyon ve tedavisine yönelik tartışma yaratan bir araştırma sonuçlandı: Depresyonun serotonin eksikliği ile ilgili olmayabileceği açıklandı
Depresyonun serotonin düşüklüğü sebebiyle yaşandığı bilgisi, yıllardır kabul gören ve beraberinde de antidepresan tedavilerini getiren bir bilgi. Ancak yeni bir araştırma, depresyon tanımını baştan aşağı değiştirecek önemli ve şaşırtıcı bilgiler sunuyor.
University Collage London'dan bir psikiyatrist olan Joanna Moncrieff ve ekibinin yayınladığı makale, bu konuda yapılan pek çok çalışmayı referans alıyor. Sonuç ise şaşırtıcı.
İncelenen veriler ve yürütülen çalışmaların sonucuna dayanarak araştırma ekibi, depresyon ile serotonin düşüklüğü arasında doğrudan bir bağlantıya yönelik güçlü kanıtlar olmadığını ifade ediyor.
Ekip, depresyonun tek bir nedene bağlanamayacak karmaşık bir durum olduğunu; daha iyi araştırılması gerektiğini belirtirken; serotonin eksikliğini gidermek üzere geliştirilen antidepresanların ise 'olası bir başka şekilde iyileştirici etkisi olabileceği' gibi bir açık kapı bırakarak, tedavi için antidepresan kullanan kişileri doktorları ile görüşmeden ilaçlarını bırakmamaları konusunda uyarıyor.
Kalp krizi gibi kalp hastalıklarının bıraktığı hasarın onarılmasına yardım edebilecek yeni bir araştırma gerçekleştirildi: Zebra balıkları yardım edecek!
Zebra balıkları, organlarını yenileyebilme ve iyileştirebilme özellikleri ile tanınan canlılar arasında yer alıyor. Retina gibi bazı bölgeleri yenileyerek onarabildikleri bir süredir biliniyordu ve bilim insanları bunu nasıl yapabildikleri üzerinden insan hastalıklarına çözümler üretmek için bu sevimli canlıları uzun zamandır inceliyor.
Bu konudaki yeni bir araştırma da geçtiğimiz haftalarda sonuçlandı. Zebra balıklarının hasar sonrası kalp dokusunu nasıl iyileştirebildiklerine odaklandı. Bu balıklar, kalplerinin %20'sini hasardan sonraki bir ay içerisinde yenileyebiliyorlardı.
İncelemeler sonrası fibroblast isimli bağ dokularının bu yenileme sürecinde yer aldığını gösterdi. Fibroblastlar, onarım sinyalleri olarak işlev gören proteinlerin üretilmesini sağlayarak süreci yönetiyordu.
Elde edilen verilerin kalp krizi gibi hastalıklar sonrası kalpte oluşan hasarın iyileştirilmesi için tedavilerde ve ilaçların geliştirilmesinde kullanılabileceği düşünülüyor.
Yetersiz uykunun çocukların beyin gelişimine etkileri tespit edildi: Hafıza ve zeka üzerinde uzun süreli olumsuz etkileri var
Yetersiz uykunun yetişkinler üzerinde olduğu gibi çocuklar üzerinde de olumsuz etkileri var. Bu konu üzerine gerçekleştirilen ve 8300 çocuğun incelendiği bir araştırma, günlük 9 saatten az uyuyan çocuklarda uzun süreli pek çok zararlı etkinin olduğunu ortaya koydu.
Buna göre 9 saatten az uyuyan ve uykusunu almayan çocuklarda beyinde bulunan gri madde miktarı diğer çocuklara göre daha az. Ayrıca yine bu çocuklarda hafıza ve dikkatten sorumlu bölgelerde de kritik sorunlar oluşabiliyor. Az uyuyan çocukların problem çözme, hafıza ve karar verme becerilerinde gerileme olduğu ifade ediliyor.
Araştırma aynı zamanda uyku eksikliğinin depresyon ve anksiyete gibi sorunlara da yol açabildiğini gösteriyor. Tüm bu problemlerin iki yıldan uzun süre sonra da etkilerini gösterdiğini belirten araştırma ekibi, uzun vadeli etkiler sebebiyle konunun çocuk gelişimi ve sağlığı açısından son derece kritik olduğuna dikkat çekiyor.