Türk bilim kurgu edebiyatı dendiğinde kafanızda canlanan bir şey var mı? Eğer bu konuya özel bir ilginiz yoksa, muhtemelen aklınıza bir elin beş parmağını geçecek sayıda eser bile gelmeyecektir. Ama üzülmeyin, bu konuda durum büyük bir kesim için böyle.
Bu içerikte hem bu durumun bazı nedenlerine odaklanacak, hem de aslında yıllar içerisinde oldukça büyük bir gelişme kaydetmiş Türk bilim kurgu edebiyatının tarihine kısaca göz atacağız.
Sizce ilk Türk edebiyatında bilim kurgu izleri ilk olarak ne zaman ortaya çıkmıştır?
Dilimizde yaygın olarak bilim kurgu şeklinde kullanılan ifadenin temelleri dünyada ilk olarak 1926 yılında çıkan ilk bilim kurgu dergisinde atılıyor. Amazing Stories isimli bu dergide 'Science Fiction' ifadesi ilk kez Hugo Gernsback tarafından kullanılıyor. İlgi gören ve sevilen bu ifade ve tür, kısa sürede yayılıyor ve sık sık kullanılmaya başlıyor.
Türkçede ise zaten genel olarak uzunca yıllar boyunca çeviri olarak hayatımıza dahil olan bu tür için kurgubilim, düşbilimsel yapıt gibi bazı ifadeler kullanılmış. Bilim kurgu ise ilk kez 1973 yılında Türk Dili Dergisi'nde yazar Orhan Duru tarafından kullanılır. Hazırladığı bilim kurgu dosyasında bu ifadeye yer vererek bu şekilde kullanılması yönünde öneride bulunan Duru'nun ifadesi kabul edilir ve böylece bilim kurgu ifadesi dilimize kazandırılmış olur.
Orhan Duru aynı zamanda Türk edebiyatında bilim kurgu ögelerine yer veren, türün gelişmesi için çalışmalarda bulunan önemli isimlerden biri. Hatta edebiyat tarihinde özgün bilim kurgu hikayeleri yazan ilk yazar olarak da geçer ancak bu 'bilim kurgu kelimesini ilk kez kullanması' ve 'bu türü anlatıp geliştirmeye çalışan ilk isimlerden olması' sebebiyle böyle anılır.
Fakat aslında Türk edebiyatında bilim kurgu izlerine çok daha eski tarihlerden itibaren rastlanır. Hatta kimi kaynaklar, Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'sinde bulunan bazı anlatıların bilim kurgu izleri taşıdığına dikkat çeker.
Örneğin Evliya Çelebi'nin Viyana'dan anlattığı bir hikayede bir kahve dükkanının önünde durmadan ve kafalarını bile oynatmadan kahve döven Türklerden bahsedilir. Evliya Çelebi bu duruma tepki göstermek ister çünkü bu Türkler ona göre köle gibi çalışmaktadır. Gündüz 'olay çıkarmamak için' oradan uzaklaşan Çelebi, akşam olduğunda tekrar oraya gider. O sırada dükkandan çıkan adam birden 'köle Türklerin' kavuklarını çıkarır, kıyafetlerini soyar. Evliya Çelebi, kahve döven kölelerin Türk insanlar olmadığını; makine olduğunu görür. Şimdilerde 'robot' diyebileceğimiz bu makineler Çelebi'nin çok dikkatini çeker ve uzun uzun tasvir ederek bu makineye dair şaşkınlığını anlatır.
Aynı şekilde Seyahatname'den bir başka kısımda Evliya Çelebi, İstanbul'da düzenlenen bir etkinlike 'uçan insanlı füze'den bahseder… Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinin yer yer kurmaca, yer yer gerçek anlatılardan oluşması sebebiyle hikayelerinde bulunan bu türden bazı ögelerin edebiyatımızdaki ilk bilim kurgu izleri olduğu söylenir.
Ancak tabii ki bilim kurgu türünde edebi bir eser olarak kabul edilemeyecekleri aşikârdır. Yine de bir yazılı metinde bu türden ifadelerin kullanılmasına yönelik iyi birer referans kabul edilebilirler. Eğer böyle kabul edecek olursak, Türk edebiyatında bilim kurgu izlerinin 17. yüzyıla kadar gittiğini söylemek yanlış olmaz…
Peki ilk 'gerçek bilim kurgu eserleri' ne zaman verilmeye başlandı?
Eserlerde yer verilen bilim kurgu ögelerinden uzaklaşıp gerçekten kurgulanmış bir Türk bilim kurgu eseri ilk kez ne zaman kim tarafından verilmiştir diye baktığımızda karşımıza pek çok isim çıkıyor.
Molla Davudzâde Mustafa Nazım Erzurumi tarafından 1913 yılında kaleme alınan Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet ve Refik Halit Karay'ın ise Ago Paşa'nın Hatıratı isimli eserinde yer alan 1921 tarihli Hülya Bu Ya isimli öyküsü, ilk Türk bilim kurgu eserleri olarak anılıyor.
Bu iki eserin ardından ise Cumhuriyet dönemine baktığımızda karşımıza Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 1948’de yayınlanan 'Büyük Kukuriko' adlı öyküsü ve Dr. Vedii Bilgin Hataylı’nın 1943 tarihli Rüya mı, Hakikat mi? isimli öyküsü çıkıyor.
Bu eserler ne anlatıyordu da bilim kurgu olarak kabul edildi?
Molla Davudzâde Mustafa Nazım Erzurumi tarafından kaleme alınan Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet isimli eser ütopik bir bilim kurgu diyebiliriz. Bu eserde karakter rüyasında 400 yıl sonrasının İstanbul'una gider ve orada dedesi ile karşılaşır. İkisi birlikte geleceğin İstanbulunu gezip şaşırmaya başlarlar çünkü pek çok şey değişmiştir. Eserde bilim kurgusal olarak dikkat çeken detaylar ise giysi gibi giyildikten sonra elle hareket ettirilip yükselen uçma makineleri, su ve hava basıncıyla sürekli ilerleyen masrafsız motorlar, uzaydan görüntü alıyor gibi tarif edilen 'her şeyi görme aleti', günümüzdeki uyduları andıran duyuru makinesi, uyku makinesi gibi detaylar diyebiliriz.
Hülya Bu Ya isimli eserde ise Amerika'dan Ankara'ya gelen bir turistin gözünden dönemin Ankarası anlatılır. Bir tür hiciv olarak da anılabilecek eserde ''Ankara’da mevsim yoktur,’ dedi, ‘birtakım bilimsel usuller sayesinde, atmosferde daimi bir sıcaklık teminine muvaffak olduk, yeraltındaki kaloriferler toprağı ısıtır ve elektrik makineleri göğe sıcaklık verir, hatta burada yağmur ve kar yağmaz, gündüz ve gece olmaz! İstiklal ilan edileli geceler gündüz oldu!'' gibi sayısız ifade ile hayali bir Ankara anlatılır. Yine aynı eserde, 'adam makineleri' gibi ifadelerle, anne karnına gerek kalmadan bebeklerin dünyaya geldiği bir makine düzeni anlatılır. Bu makineler bir haftada 9 ay 10 günlük sürecin tamamlanmasını sağlar, sonra bir başka makinede bebek yine kısa sürede 10 yaşında bir çocuk kadar gelişmiş hale getirilir…
Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın Büyük Kukuriko isimli öyküsüne baktığımızda ise neredeyse 1984'te gördüğümüze benzer, distopik ve ürkütücü bir toplumun hikayesinin anlatıldığını görürürüz. Hikayeyi bilim kurgu türüne dahil eden ögeler ise bu distopik toplumda toplumun işlemesi için pek çok absürt 'icatların' yer alması. Örneğin hikayede 'motorize keder ve motorize sevinç pistonları' gibi insanların duygularını kontrol eden aletlerden 'felsefe cihazı' gibi icatlara kadar pek çok öge var..
Dr. Vedii Bilgin Hataylı’nın 1943 tarihli Rüya mı, Hakikat mi? isimli eseri ise uzayda yolculuk etmeye başladığımız ilk eser. Birden kendini boşlukta süzülürken bulan ve ardından Mars'a giden karakter, orada Marslılarla tanışır. Oldukça gelişmiş teknolojileri olan Marslılarla icatları ve felsefe gibi konular üzerine tartışan karakter, ardından Dünya'ya geri döner.
Türk edebiyatında bilim kurgunun tarihi biraz tartışmalı ve epey karışık…
Yukarıda sıraladıklarım dışında benzer tarih aralıklarında üretilen farklı eserler de var. Ancak bu noktada 'bu eser bilim kurgu türüne dahil edilmeli mi?' 'bir eseri bilim kurgu türüne ait yapan şey nedir?' gibi edebiyatımızda günümüzde bile devam eden tartışmalar sebebiyle net bir konumlandırma yapmak mümkün değil.
Örneğin rüyada çıkılan yolculuklar ile kurulan ütopik ya da distopik evrenler bolca yer alıyor edebiyatımızda. Ancak edebiyat çevreleri bu türden pek çok eseri bilim kurgu türüne ait görmüyor. Yukarıda saydığım eserler bile aslında bir seçki, neredeyse her biri birbirinden farklı kaynaklarda listeye girmişken bir başka kaynakta adı bile geçmeyebiliyor…
Bu durumun en büyük sebeplerinden biri ne yazık ki edebiyatımızda bilim kurgu türüne verilen değerin epey aşağıda olması. Özellikle 1950 kuşağı ve sonrası yavaş yavaş öykülerle, dergilerle ve kitaplarla bilim kurgu edebiyatımıza daha sağlam adımlarla girmeye başlasa da, bilim kurgu üreten yazarların 'gerçek konuları işlemekten korkan ve hurafeleri yazan yazarlar' gibi bir imajla anılması da bu etkenlerden biri. Aynı zamanda yayınevlerinin bilim kurgu eserlerine şans vermemesi, türün uzunca yıllar değer görmediğinin kanıtı.
Neyse ki 1970'li yıllardan itibaren bilim kurgu edebiyatımız da hareketleniyor
Yazının en başında bahsettiğimiz, bilim kurgunun isim babası Orhan Duru'nun adımları ve bilim kurguyu edebiyatımıza kazandırmak için attığı adımlar sonrası, 70'li yıllarda Türk bilim kurgusu adına pek çok önemli gelişme yaşandı.
Bu yıllarda çeviri bilim kurgu eserlerinin yayınlanması artarken bir yandan da ilk Türk bilim kurgu dergisi olan Antares 1971 yılında yayın hayatına başladı. Antares'in hemen arkasından pek çok dergi yayın yapmaya başladı. Böylece Türk edebiyatında eser sayısı sürekli artan, bir tür olarak anılan ve değerlendirilen bilim kurgu dönemi başlamış olur.
Bu dergiler arasından ülkemizde bilim kurgu türüne önemli katkılar sunan isimlerden biri olan Selma Mine'nin çıkardığı X-Bilinmeyen isimli dergi geliyor. X-Bilinmeyen, kuruluşundan sonra bilim kurgu öykü yarışmaları düzenlemek gibi önemli adımların atılmasını sağlıyor. Selma Mine ise edebiyatımızdaki ilk kadın bilim kurgu yazarı ve ilk çocuk bilim kurgu romanı olan Uzay Yolu'nu ve ardından da yine pek çok bilim kurgu eserini kaleme alıyor.
Dergilerle beraber gelişen bilim kurgu anlatısı, yıllar içerisinde pek çok eserle taçlandırıldı. Günümüzde de pek çok yazar, edebiyatımız için bilim kurgu türünde eserler vermeye devam ediyor. Bu konudaki bir başka içeriğimde, günümüze yaklaşan Türk bilim kurgu eserlerinden ve okuyabileceğiniz önerilerden bahsedeceğim. Siz de öneriniz olursa, yorumlarda bizimle paylaşabilirsiniz.