Genç Türkiye’nin ilk yılları, ekonomi ve sanayi açısından gelişmeye yönelik pek çok politikanın uygulamaya koyulmasıyla çok zorlu geçmişti. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarında Kurtuluş Mücadelesi’nden daha zor bir sınavın bizleri beklediğini defalarca dile getirmiş, bu uğurda Türk bilim insanlarının yetiştirilmesi için eğitim açısından da önemli reformlar yapılmıştı.
Osmanlı Devleti’nden miras kalan bazı önemli eğitim kurumlarında bilim insanları yetişiyor olsa da dünya sahnesinde bilimsel açıdan ön plana çıkmak için bunlar yeterli değildi. 1902 yılında, bir dönem Osmanlı topraklarında bulunan Üsküp’te bir çocuk dünyaya gelmişti, büyüdükçe kendisinden büyük sorunları kafasına takacaktı.
O çocuk, ilk Türk kadın kimyager Remziye Hisar’ın ta kendisiydi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Üsküp’te görev yapan devlet memurlarından birisi olan Salih Hulusi ve eşi Ayşe Refia, II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından küçük Remziye ile birlikte 1909 yılında İstanbul’a döndüler. Remziye, bugünkü ilkokul niteliğinde olan İstanbul Davutpaşa’daki Mekteb-i İptidai’yi 1 yılda bitirmişti.
Okulun standart eğitim süresi ise 3 yıldı. O zamanlar memlekette bir kurtuluş mücadelesinin sinyalleri veriliyor; itilaf devletleri, toprakları karış karış paylaşmaya başlıyordu. Remziye’nin kafasında ise başka sorunların şimşekleri çakıyor, fırtınalar kopuyordu.
Remziye, eğitimine İttihat ve Terakki Mektebi, İnas Rüştüyesi ve İstanbul Kız Öğretmen Okulu’nda devam etti. 19 Mayıs 1919’dan iki ay sonra, Anadolu’nun bilimsel öncülüğü için bir mücadele neferi olacak genç Remziye okulundan birinci olarak Darülfünun’u kazandı. Bu sırada okuduğu okulun küçük sınıflarına da geometri ve matematik dersleri vermeye çoktan başlamıştı bile.
Hep yabancı isimleri duymanın verdiği o ağırlık:
Remziye Hisar ve kız kardeşi Mihri
Kimya bilimi, Remziye için bir aşka dönüşmeye başladı. Darülfünun’a girer girmez kaydını kimya bölümüne yaptırdı. İlerleyen yıllarda bir röportajında bu tercihini şu şekilde açıklayacaktı: Fen derslerindeki kanunlarda, buluşlarda hep yabancı isimler görmek beni kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini, bu dalda başarılı olursam giderebilirim sanıyordum.
Darülfünun’da aldığı eğitim sırasında, sınıfındaki kız arkadaşlarıyla ve öğretmeniyle birlikte Bakü’ye gitti. O sıralarda Bakü tam bir mahşer yeriydi, bilim bir kenara öğretmenlik icra etmek büyük sıkıntıydı. Kafkasya çalkalanıyor, genç Remziye ise içindeki öğretme aşkından vazgeçemiyordu.
Vazgeçmedi. Kız ve erkek öğrencilerin ayrı ayrı eğitim gördükleri kurumda yetişen Remziye, Bakü’de bir erkek okulunda kimya dersleri vermeye başladı. Bu sırada ise hayatının aşkı ve Türkiye’nin tıp öncülerinden olan Reşit Süreyya ile tanıştı. Süreyya, Türkiye’de yetişmiş bir tıp doktoru olarak Bakü’de görev yapıyordu.
Reşit Süreyya’yı cumhuriyetin ilanından sonra çıkan soyadı kanunuyla aldığı Gürsey soyadıyla tanıdık. 20 Nisan 1920 tarihinde evlendi, o sıralarda Sovyet ordusu tarafından işgal edilen Azerbaycan’ı terk etmek zorunda kaldılar. Yeni durakları, İstanbul oldu.
Takvimler 7 Nisan 1921’i gösterdiğinde Reşit ve Remziye’nin bir erkek çocukları oldu ve adını Feza koydular. Adana’da yer alan Kız Öğretmen Okulu’na müdür olarak tayin edilen Remziye Hisar, memleketteki iç karışıklıklar yüzünden Feza’yı annesine emanet ederek; eğitim aşkının peşinden koşup, Anadolu’nun diğer ucuna gitti.
Aynı zaman diliminde Reşit Hisar ise ciddi bir rahatsızlık geçirmeye başladı, imkanların kısıtlı olmasından dolayı tedavisine Paris’te devam etmek zorunda kaldı. Remziye Hisar, eşini yalnız bırakmamak için Paris’e gitti, yeni cumhuriyetin ilk eğitim desteklerinden birisini alarak Sorbonne Üniversitesinde eğitim görmeye başladı. Bu sırada çift, kızları Deha Gürsey’i kucaklarına aldılar.
Madam Curie’den kimya dersi almak:
Radyoaktiteyi keşfeden, fizik ve kimya dallarında iki Nobel'e sahip Marie Curie
O dönemde kimya bilimin öncülerinden olan Langevin ve Madam Curie gibi isimler de Sorbonne’a ders veriyorlardı. Remziye Hisar’ın önünde çok büyük bir fırsat vardı, öğrendiği her şeyi memleketine getirebilirdi.
Paris’te biyokimya üzerine eğitim alan Hisar’ın aldığı burs, doktorasına başladığı anda kesildi. Remziye, Türkiye’ye dönmek zorundaydı. İstanbul’da yer alan Erenköy Kız Lisesi’nde idari yönetici olarak çalışmaya başladı. Bir sorun vardı, burada kimseye öğrendiklerini öğretemiyordu. Paris’te doktora yapmak için tekrar başvuruda bulundu, yine reddedildi.
Hisar, Zonguldak’taki Maden Mühendisliği Okulu’nda bir kimya öğretmeni eksik olduğunu duyunca en azından oraya tayin edilmek istedi, başvurusunu yaptı. Bu sırada genç cumhutiyetin başarılı iktisatçılarından olan Cemal Hüsnü Taray’ın dikkatini çekti.
Taray o dönem Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapıyordu. Remziye Hisar’ın mücadelesi sonuç verdi. Bakanın desteğini alan genç bilim insanı, Fransa’da doktora eğitimi için burs almıştı. Asıl sürpriz ise oğlu Feza’nın Galatasaray Lisesi’ne yatılı burslu olarak kabul edilmesiyle gerçekleşti.
Feza Gürsey
Aynı yıllarda sağlığına kavuşan Reşit Süreyya Gürsey, çalışmak için ABD’ye gitmeye karar verdi. Remziye Hisar bu kararın ardından eşinden boşandı. Kızını ve kız kardeşini yanına alan Remziye, Fransa’ya gitti.
Kız kardeşi Mihri, Remziye’nin yolunu açan gizli bir kahraman gibiydi, o Deha ile ilgilenirken Remziye 1933 yılında Sorbonne’dan kimya alanında doktor olarak mezun oldu. Bu sırada henüz “metafosfat” üzerine çok sayıda makale yazıp, dünya çapındaki bilimsel dergilerde yayımladı. Yine 1933 yılında doçentliğini aldı, 1936 yılında birlikte çalıştığı Prof. Arndt ile anlaşmazlık yaşayınca kurumdan ayrıldı.
Türkiye değişmiş, eğitim reformları sonucunu vermişti. Remziye yeniden memleketine döndü:
Remziye Hisar’ın, mezunu olduğu Darilfünun, eğitim reformlarından sonra dünya üniversiteleriyle ortak çalışmalar yapabilmek, aynı eğitim standardına sahip olabilmek için değişim geçirmişti. Kurum artık İstanbul Üniversitesi olarak biliniyordu. Remziye Hisar, burada genel kimya ve fizikokimya alanları üzerine doçent doktor olarak araştırmacılığa başladı. 1936 yılında Halk Sağlığı Enstitüsü’nde biyokimya uzmanı olarak görev yaptı.
1947 yılında geldiğimizde Hisar, İstanbul Teknik Üniversitesinde Makine ve Kimya alanında doçent olarak çalışmaya başladı. 1949’da Türk Üniversiteli Kadından Derneği’nin kurucularından birisi oldu. Kimya alanında çalışmalarını Türkiye’ye taşıyan hisar, koca bir bilim dalının ülkemizdeki öncülerinden birisi haline gelmişti.
Çalışmalarından dolayı Fransa hükümeti, 1956 yılında kendisine “Akademik Memur” nişanı verdi. 1959 yılında Remziye Hisar artık bir profesördü. Bu unvanı, Türkiye’de temellerini kendi elleriyle attığı, Türk üniversitelerinde almıştı.
1973 yılına kadar, yani 71 yaşına dek araştırma yapmaya devam etti, sonrasında emekliye ayrıldı. Bu yıllar sırasında oğlu Feza Gürsey, matematik ordinaryüsü Cahit Arf’in desteğini alarak dünyada tanınan bir fizikçi olmayı başarmıştı. Kızı Deha Gürsey ise psikoloji bilimine merak salmış, Uluslararası Psikoloji Birliği’nde görev yapmayı başaran tek Türk olmayı başarmıştır.
Deha Gürsey ve Remziye Hisar
Remziye Hisar, hayatının son yıllarını İstanbul Anadolu Hisarı’nda yer alan babasından kalma evde yalnız bir şekilde geçirdi. 13 Nisan 1992 yılında, Türkiye’yi fizikle tanıştıran isimlerden Feza Gürsey’in vefat haberini alınca dayanamadı. Kısa bir sonra, İstanbul’da yaşadığı evde hayatını yitirdi.
Hisar, onlarca makale, kimya alanındaki önemli keşif ve çalışmalarıyla uluslararası kurumlardan çok sayıda ödül aldı. Türkiye’de ise sadece hayatının son yıllarına denk düşen, 1991 yılında aldığı TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne sahip olabildi. Onun en büyük ödülü, kimya alanında yetiştirdiği gençler, iki başarılı öz çocuğu ve binlerce kadına örnek olan hayat hikayesiydi.
Kendisini büyük gurur ve saygıyla anıyor, mirasına sahip çıkacak olan gençlere de başarılar diliyoruz.