Günümüz teknolojisi, henüz gerçek olarak varsaydığımız dünya kadar gerçekçi sanal ortamlar oluşturmaya imkan tanımıyorlar. Yine de sürekli gelişen sanal, arttırılmış ve ikisinin birleşiminden oluşan karma gerçeklik teknolojileri var. Peki ya biz, bizden önce var olmuş, hala da var olan bir yaşam formunun yazılımlarından ibaretsek?
Kuşkusuz bu düşünce üzerine sinemada yer alan en iddialı örneğe, Matrix evrenine biraz yakından bakmak gerekiyor. Matrix, temel olarak makinelerin insanları esir aldıkları bir dünyayı konu edinir. Çıkış noktası yine insanların gelişmiş teknolojisiyle artık düşünmeye başlayan yapay zekalardır. Filmlerde gösterilmeyen hikaye başlangıcında, insan ürünü olan bir yapay zeka destekli robot sahibini öldürür. Bu cinayet, insanların robotları yok etme kararı almalarına neden olur. Peki ya sonra? Robotlar artık düşünmeye başladıkları için kendi özerk bölgelerini inşa ederler.
Google’ın Duplex adındaki yapay zeka sisteminin bize yazılımların insanları nasıl aldatabileceğini göstereli henüz birkaç ay oldu. Yani yukarıda bahsettiğimiz robotların bilinçlenmesi, ana bir yapay zekaya bağlı olarak hareket etmeleri imkansız değil. Zaten simülasyon teorilerinin temelinde de buna benzer görüşler yatıyor.
Matrix’e geri dönelim. Zamanla robotlar ve insanlar arasındaki ilişkiler normale dönmeye başlar, artık robotların özerk bölgesiyle, insanların kurduğu devletler arasında diplomatik ilişkiler başlamıştır. Robotlar, çabuk öğrendikleri ve asla unutmadıkları için kısa sürede insanların ekonomik ve politik varlığını tehdit etmeye başlarlar. İnsanlar, ikinci kez robotlara karşı bir yok etme planı hazırlar. Plana göre Dünya’nın atmosferi güneş ışığının yeryüzüne düşmemesi için çeşitli gazlarla kapatılacaktır, çünkü robotlar güneş enerjisiyle çalışmaktadır.
İnsan, bencilliğine kapılıp önemli bir ayrıntıyı unutur: Yeryüzünde güneşten başka enerji kaynakları da vardır, insan vücudu gibi. Makineler, insanları esir alıp vücutlarındaki enerjiyi kullanarak hayatına devam ederken, güneşten yoksun olan insanlık yok olma tehdidiyle karşı karşıya gelir. Bu noktada makinelerin “yapay” adalet duyguları ön plana çıkar ve insanlara bir teklifte bulunurlar: Bedenlerinizi bize emanet edin, zihinlerinizi her şeyin mükemmel olduğu bir dünyada yaşatalım!
Matrix adı verilen bu dünya, sıradan dünyaya kıyasla daha sorunsuzdur. Büyük felaketler gerçekleşmez, her zaman her şey yolundadır. İdeal bir mevsim, ideal yaşamlar. Gerçek bedenler ise doğumundan ölümüne dek robotların gerçek dünyada hazırladığı küvözlerde enerjileri için tutulurlar. Filme yansıyan hikaye ise tam bu noktada başlar.
Elbette Matrix ile birebir hikayeye sahip simülasyonda yaşadığımız söylenmiyor. Bir simülasyon inşa etmenin çok farklı yolları var. Bilim insanları, bilincimizi bilgisayar ortamında yaşatmaya yönelik sayısız çalışma yürütüyorlar. Böyle bir potansiyelin, yapay zekanın eline geçmesi tam bir kaos ortamına neden olacaktır. Peki ya zaten benzer bir kaosun ürünleriysek?
Sizin için birer simülasyonda yaşadığımıza dair aklınızı uçuklatacak 5 farklı teoriyi derledik.
1. Ekpyrotic Evren teorisi:
2001 yılında Princeton Üniversitesi araştırmacıları, evrenin başlangıcına dair en popüler teori olan Büyük Patlama’nın öncesini merak ettiler. Ortaya koydukları savlara göre evren, aslında bir hiçlikten meydana gelmemişti. Sürekli olarak genişlediği düşünülse de uzun vadede daralma ve genişleme evreleri geçiren bir yerdi.
Bu görüşe göre yaşadığımız evren ne bir ilk ne de son olacak. Daha yakın tarihli araştırmalar düşünceyi destekleyen kanıtlar ortaya koydular. Eğer evrenimiz, bir önceki evrenin daralmasıyla oluşan ardıl bir evrense, her yeni evren bir öncekinin simülasyonu da olabilir.
2. Kara deliklerin tam tersi olan beyaz delikler teorisi:
Bu teoriye göre eğer kara delikler varsa, onların tam tersi şeklinde işlev gören beyaz delikler de olmak zorundadır. Kara delikler nasıl etrafındaki cisimleri içlerine çekiyorlar, tüm ışığı soğuruyorlarsa; beyaz delikler, içlerine hiçbir şey çekmiyor, sürekli olarak ışık saçıyorlar.
Henüz beyaz deliklere ilişkin bir kanıt bulunamasa da, 2011 yılında yapılan bir araştırmada ilk beyaz deliğin Büyük Patlama olduğu söylendi. Hatta hala evrenin farklı köşelerinde devam etmekte olan gama patlamaları da daha küçük boyutlu beyaz delikler olarak nitelendirildi. Farkındaysanız neredeyse her şeyin aksi yönde bir eşi bulunurken, kara deliklerin hala yok. Simülasyon teorilerinde beyaz delikler, içerisinde yaşadığımız varsayılan evrenin bir simülasyon olduğunu ele alıyor.
3. Ürkütücü eylem teorisi:
Aslında daha çok paralel evrenlerle ilişkilendirilen bu görüş, Einstein’ın 1930’lu yıllarda yaptığı uzak mesafeli ürkütücü eylem düşüncesine ulaşmasını sağlayan çalışmalarla gündeme geldi. Temel olarak, milyonlarca ışık yılı mesafede dursalar bile, iki parçacığın aslında birbirlerine sürekli bağlı olduğu düşüncesi üzerine kuruludur. Birinde oluşan değişiklik, eş zamanlı olarak diğerini de etkileyecektir.
Bu düşünce de evrenimizin olası kopyaları olduğu düşüncesini oluşturur. Böylece var olan, içerisinde yaşadığımız evrenin tek gerçeklik olduğu düşüncesinden koparız.
4. Evrenin bir hologram olduğu teorisi:
Simülasyon görüşlerine en çok uyum sağlayan teoriye geldik. Gördüğümüz ve deneyimlediğimiz her şeyin aslında birer yanılsama olduğunu açıklayan bu teori, çevremizdeki üç boyutlu gerçekliğin, hiç görmediğimiz 2 boyutlu bir yüzey üzerinde kodlandığını açıklar. Yani doğrudan birer bilgisayar programı içerisinde yaşadığımız söylenir.
Southampton Üniversitesi araştırmacıları, büyük patlamadan da öncesinden kaldığı düşünülen kozmik radyasyon kalıntılarına ulaştılar. Araştırmacılara göre bulgular hologram teorisini destekleyecek nitelikteler.
5. Çoklu evren teorisi:
Einstein’ın ürkütücü eylem teorisine benzeyen çoklu evren teorisi, daha fazlasını konu edinir. Teoriye göre içinde yaşadığımız evren dahil olmak üzere çok sayıda eş zamanlı evren vardır. Stephen Hawking’e göre bu teoriyi kanıtlamak imkansız.
Eğer simülasyon teorisine ilişkin merak ettiğiniz şeyler varsa, yorumlar kısmından bize iletebilirsiniz. Takipte kalın :)